LÜTFEN BİRAZ ÖFKELENİR MİSİNİZ?
LÜTFEN BİRAZ ÖFKELENİR MİSİNİZ?
Günlük gereksinimlerinizin birazını, zar zor, karşılamayı mutluluk sayarsınız. Yaşamınızın çevreni, elinizdeki kadardır, ona razısınızdır. Birilerinin, sizin sinikliğinizden aşırdığı payla, sizi talan ettiğinin ayırdında değilsinizdir. Tepkilerinizi, başkaldırı diye yutturmuşlardır size. Uslu insan olduğunuzu, hiç tartışmadan yaşamanın erdem olduğunu sanırsınız, dar kabuğunuzun içinde yaşamınızı sürdürürsünüz. İnsanoğlunun; gerek doğanın gerek toplumsal düzeninin ya da insanlar arası ilişkilerin baskısı karşısındaki tepkilerinin, olumlu gelişmelerin, bilimin, sanatın ve uygarlığın ana toprağı olduğunu kavrayacak bilinç katına ulaşamamışsınızdır... Ondan!
Öfkelenirseniz, esenliğinizin bozulacağından korkarsınız. Yakınmaz, karşı duruşa geçemezsiniz. Ne kadar uslusunuz! Ne mutlu size!.
Başı eğik kişiye, suskun topluma barış ve uyum içinde yaşadığı telkin edilir. Barış, eşitler arasında olur; uyum, bir yanı ağır basmayan karşılıklı kabulün dengesinden doğar. İşin, bu yanını karıştırmanız istenmez. Kavgasız komşu, uslu yurttaş olmaya çağrılırsınız hep. Arada sırada suskunluğunuzun küçük ödünlerini tattırırlar, mutlanırsınız. Mutluluk, birilerinin, lutfen bağışı mıdır? İnsanın doğal hakkıdır!
* Bilimin önü kesiliyorsa, bilimin verilerinden yararlanamıyorsanız,
* Yaşamsal gereksinimlerinizin ortamı, birilerinin tekeline verilmişse,
* Daha önceden yaşama geçirilmiş doğrular, güzellikler tersine çevriliyor, kirletiliyorsa,
* Birileri, özgürlüklerinizin önüne ceza duvarları örüyorsa,
* Korkularla, kuşkularla yasaklara kıstırılmışsanız, niçin öfkelenmeyesiniz?
Niçin, doğal yapımızla kendimizi gösteremiyoruz? Birilerinin biçtiği yaşam bize bol mu dar mı geliyor demeden, kuşanmışız? Niçin lütfen ayırdıkları köşede pinekliyoruz, pusuyoruz? "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyoruz? "Azıcık aşım, kaygısız başım" diyorsunuz?. Komşunun başına gelen bela, sizin kapınızı da çalmaz mı sanıyorsunuz? Damınızın içine sığınmak, esenlik mi? Dünya, sizin damınızdan mı ibaret? Komşunun evindeki yangın, sizin evi sarmaz mı? Yakınmıyoruz bile: Ceviz kabuğu içindeki kısık esenlik yetiyor bize. Başımızı uzatıp insanca dileklerimizi dillendiremiyoruz.
Kimsenin işitmediği yerde küfretmek ya da dualara sığınmak, ilençlerimizi Tanrı’ya havale etmek; acılarımızı bastırmaya yetiyor. İçimiz; sıkışmışlıkların, küskünlüklerin gömütlüğü. Yaşadığı dünyada kendisini bulamayan ahretinin talimiyle nereye ulaşabilir? “Öfkeyle kalkan ziyanla oturur.” diyerek kendimizi uyutuyoruz, siniğiz.
Peki, birilerinin emeksiz kazanç, sömürü, toplumu çıkarlarına araç yapma hırsı, başka türlü bir öfke değil midir? İletişim araçlarıyla, anamalıyla insanı nesneleştirenler, çağdışı düşüncelerle kafamızı örümceklendirenler, bizi sürüleştirmek isteyenler karşısında suskunluk; uzlaşma mıdır, esenlik midir? Yoksa bizi saran çelik çembere rıza mı? Nasıl kurtulacağız bunlardan? Üstümüze yönelen kara gücün önlenebilmesi için, onun karşısına, en az onun kadar güçlü olanın çıkarılmasını öngörür akıl. Duyarlığımıza, insanca isteklerimize tutunarak tepkilerimizi gösterdiğimizde, yani öfkemizi dışa vurduğumuzda, üstümüze yönelen susturma eğilimi, gerileyecektir kesinkes. İşte, o zaman, barış, uyum diye yutturulan sanılamalar, gerçek anlamını kazanacaktır.
Öfkeyi silmeyin sözlüklerinizden: Yalan, talan, sömürü, insana saygısızlık sürdükçe gerekebilir.
Yorumlar (0 )