GÜNCELE DÜĞÜMLENMEK
GÜNCELE DÜĞÜMLENMEK
GÜNCELE DÜĞÜMLENMEK
Güncele düğümlenmek, günün olgularına tanıklık etmek, geçmişi süzerek geleceğe filizlenmek olsa, tezgâhında insanın gerçekleri erişlenip arkaçlansa, ellerinden öperim. Hayır, hayır, o değil!... Onların, yeni haberdar olduğu bir Batı klasiği mi var? Adını, edebiyatını yeni öğrenmeye başladığımız bir ülkeden bir sanatçı mı fora edilmiştir piyasamıza? Ona öykünmektir. Adı büyüğe çıkmış -gerçek,sahte- sanatçıların temaları, izlekleri, biçemleri mi onaylanmış? Bunun hangi koşul, hangi isterlere yanıt olduğu düşünülmeden, onların kulvarında sıkışmak... Anamal çevreleri, kendi geleceklerini sağlamlaştırmak için hangi tür kafayı oluşturmak istiyorlar? Irgatlığına hangi kalemi memur etmişlerdir? Onun mamasına ağız şapırdatmak... ansiklopedilere, sözlüklere çöreklenmiş şöhret-i kâzipler, neyi, kimi yedekliyorlar? O akıntıya kapılmak... Şiirimize, postmodernizmin ökseleri mi yapışmış? Ona bukağılanmak... Anlatımı, biçim kırarak yeniye boyamış görünen sözcük cambazları mı var? Onların girdabında boğulmak... Geçmişi özümseyerek bugünü elek felek edip geleceğin düşlerinin kaldırım taşlarını kesmek değil; kendini, insanın oluşumundan başlayarak sonsuzun içinde, ta özünden kavrayarak bütünüyle birlikte sanatın tezgâhında dokumak hiç değil! Canım, işte güne göre, adı yetkeye (otoriteye) çıkmışlara yaranır biçimde siftinmek, güncele düğümlenmek!..
Kendilerine imrendiğim ölü-sağ, genç- yaşlı, pek çok sanatçıyı dışta tutarak soruyorum: Bunlar mıdır, bizim sanatçımız, edebiyatçımız? Bunların ürünleriyle mi gönenip esenleneceğiz? Yarınların önünü, bunlar mı yaracak? Bunların ödünç gazla ıslatılmış, fitilsiz lambaları mı aydınlatacak geleceğin çevrenini (ufkunu) ?...
Sanatçı; babasının, dedesinin ve kendisiyle birlikte, doğmamış çocuğunun serüvenini yaşayan kişidir. Geçenin, olanın, olacağın çetelesini tutar. Kendisini; dünün, bugünün, yarının sorumlusu sayar. Torunlarının isterlerini bilmek, onlara, şimdiden ortam hazırlamakla yükümlüdür. Kökü de vardır, gövdesi de... Hem de dalı, yaprağı.. Üstüne üstlük, gelesi baharların çiçeklerini besleyecek özsuyu... Bu suyun kuyusu, insanın özüne doğru derinleşir, sonra suladıklarıyla gerçeğin güneşi altında, günebakan çiçekleriyle gülüşe dönüşür. Bireşim ustasıdır sanatçı.
Bütün sanatçılar benim gibi düşünsün, benim izleklerimde dolaşsın, yalnız bizim türkümüzü mü söylesin, sadece katı gerçeklerin içinde mi dolaşsın diyorum? Değişik dokuların özünde çekiciliğin, renkliliğin yattığını, yadsıyor muyum? Hayır! Sanatçıyı, düşünceyi, ille belli bir amaca bağlamak, tutsaklığı da beraberinde getirir. Dün yadsıdıklarımız, bugünkü sevdiklerimizdir belki. Bugün olamayacağını varsaydıklarımız, düşüncemizin çerçevesine sığmayanlar, yarının gerçeğine temel olacaktır belki. Bununla beraber kime, neye yaradığı seçiklenmemiş, kural ve ilkeleri boşlukta sallanan, bir tanıya oturtulmamış olanın, hangi ürüne duracağı da kuşkuludur. Neyi, niçin, nerede ve nasıl, kim için yapacağını bilmek zorundadır sanatçı.
Güncelin tuzağında mızmızlanan, kıl kanatlı, ağırlığı okka döğmez sanatçının kör kuyusu nedir? Diyelim ki, öncenin büyük sanatçısı, mitolojiden yararlanmış. Onun, salt bu yanını görür, bu niteliğin büyük sanatçılık reçetesi oldugu sanısına bukağılanır. Hadi sana, olur olmaz biçimde mitoslara yaslanır. Bizimmiş değilmiş; sözü edilen mitos'ların, bizim insanımıza uzanacak dalları kuruymuş, ona bakmaz. Batı'nın, Yunan'ın mitosları, onun avcunun içindeki geçiş biletidir, bizimkiler yitiktedir. Sıcaklığını bedenimizde duyduğumuz olgular var ya; onlar imdadına yetişir, onun için can simididir. Cuup, atlar okyanusa: Dev dalgalarmış, botu ufacıkmış... Umurunda mı? Dahası, şiddetini naklen algıladığı olgular; kendi nefsinin eleğinden geçmiş geçmemiş, ülke sorunlarının mihenk taşına vurulmuş, vurulmamış, evrensel terazisine konulmuş, konulmamış.. Ne yazar?... El yordamıyla bulduğu kör değneği var ya!... Falan dergi, nelerle örtülemek istiyor sayfalarının sığlığını, filan süper star, hangi boruyu üflüyor? Kapkaçcı düzenin kuyruğuna nasıl tutunulur? İşte bu kadar!... Sanatçının, yalnızlık ve itilmişlik kuyularında çile dolduran; doğruyu, iyiyi, güzeli, bin kere yeniden dokuyan inatçılığından muştu almamıştır hiç. Adı büyüğe çıkmışların, modanın dolanımında bulunanların suda bıraktığı ize yelken olmak yeter ona.
Ülkenin sorunları nedir? İnsanımızın, hangi cenderelerde suyu çıkarılmaktadır? Yabancının çarpıtılmış ajansları; eksik gediklere, gerçek yaftası mı asmıştır? Dünya on bin yılların çaprazlamasından yeni bir veled-i zina mı fırlatmıştır ortalığa? Bunalımını, yeni bir çalkantıya mı oturtmuştur? Buna da değişim mi demiştir. İşte, gerçek budur mu diyor? Eski kokonayı, estetik ameliyattan geçirerek allık ve pudrasıyla yatağımıza fora edip alın işte mutluluk mu diyor? Hep dıştan, hep dıştan gelen haplarla mutluluğa soyunmak!.. Çözüme ulaşmış gibi esenlenmek!... Sanki bulunduğu yere sağlam basmayan, ötelere atlayabilirmiş gibi... Gerçek ideolojiler, sakat uygulamalardan ötürü tökezlemişse; yıkımdır, sondur bu, onlara göre. Dünyayı ufalayıp duran ve dün sövdükleri kapitalizmin kokularını duymaz olmuştur burunları artık. Yırtık donları yamanmıştır. Kalemleri, güncele adanmıştır; içi boş bağırtkanlıkla..
Nesnelerden oluşmuş doğada yaşandığı göz ardı edilerek, nesnesiz şiir mi, modanın boyasıyla allanıp pullanmıştır. Anlatımın içini boşaltıp kof sözcük cambazlığına mı tutunmuşlardır? Bunlar mıdır, adı eleştirmene çıkmış kimilerinin, toprak boyasıyla damgalayıp onayladıkları? Sanat sanırlar böylesini. Doğa-nesne-insan ilişkilerini ve üretimin erdemini, hesap dışı tutarak. Gerçek üretimin, yaratımın insanı özgürleştirdiğini bilmemenin aymazlığı değil de nedir bu?
Dünya, ülkeler, insanlar; geçmişiyle geleceğiyle bütün renkleriyle ve sınırsızlığıyla sanatın konusudur. Sanat bir noktaya çakılmamışlığıyla; geçmişi kavrar, bugün yaşayan insandan öteye uzanır. Sanat; bütün zamanlardır, insan umudunun çırasıdır. Güncelde takılıp kalmak; bir kere saate bakıp, bütün zamanları, bir noktada durdurmaktır, baktığın andaki saate gömülmektir.
İnsancıl, Haziran 1993
Yorumlar (0 )