SİLİK KADINLARIN KİŞİLİKSİZ ÇOCUKLARI
SİLİK KADINLARIN KİŞİLİKSİZ ÇOCUKLARI
SİLİK KADINLARIN KİŞİLİKSİZ ÇOCUKLARI
Bir okulda erkek öğrenci kadar kız öğrenci yoksa; okul dünyanın en iyi yöntemleriyle çalışsa bile, başarıya ulaşamaz. Erkek okullarının karşısına bir kız okulu dikilmemişse ya da eşit sayıyla karma eğitim yapılmıyorsa erkek okullarını da kapatmalıdır inancındayım. Okullar ekmek parası bulmak için karne verir gibi diploma vermek üzere kurulmamalıdır. Yurdun, insanın sorunları, okulun inceleme konusu olmalıdır. Bu amacı gerçekleştirmek demek; hayatın her yönüyle savaşa hazır, başarma yetenekleri geliştirilmiş kişiler yaratmak demektir.
İnsanoğlu, hayatı, bir cinsin çabası olarak görürse, büyük çıkmaza düşer. İki cinsin bilece yaşayacağı hayatın olumlu-olumsuz yönleri ve bunlar karşısında takınılacak tutum, her iki cinse kavratılsa; yaşama gücü ve bilinci üstün insanlar yetiştirilmiş olur.
Kadın özgür olmadıkça, erkeğin özgürlüğünden söz edilemez. Kadın önce anadır. Nasıl her şey, bütün gücünü ana kaynağından alarak gelişiyorsa, insanın da bir ana temeli vardır. Bu da kadındır. Bir Fransız yazarı der ki: “İnsan şarap gibidir, ilk vurulduğu küpün tadını taşır. İnsanın tadını taşıdığı küp, aile ocağıdır. “ Halkın “Kenarına bak bezini al; anasına bak kızını al “; “Anası neyse danası odur. “; “Kurttan kuzu doğmaz. “ inançları, aile ocağının insan üzerindeki silinmez izlerini deyimler.
Örneğin ben, sigara ile jandarmayı, aynı anda ansırım. Ne ilgisi var diyeceksiniz. Köyümüzde, kaçak tütünden sigara sararlardı. Jandarmanın karakoldan çıktığını sezer sezmez, kimi kaçar, kimi tütün kabını kuyuya atardı. Kuyu bizimdi. İçine atılan tütünler suyunu kirletirdi. Arındırmak için saatlerce çıkrık çekmek zorunda kalırdım. Ben o köyden ayrılalı 25 yıl oldu. Kaçak sigara içmem, jandarmayla karşılaşmam. Fakat her sigara yakışta, jandarma düşer usuma, nedeni mi? İlk vurulduğum küpten kalan iz.
Babamızın soyadını taşırız, kişiliğimizde anamızın silinmez damgası vardır. Bakkal baba, erkenden dükkanına koşar; çiftçi baba, tarlasına yollanır; memur baba, dairesine… öğle vakti yemek için dönerler. Bazen bu da olmaz. Akşam eğer kahvede lak lak yoksa; lokantalardan şişeler el etmiyorsa; oyun kağıtları, onları çekmiyorsa eve gelirler. Çoğuncası, yemekten sonra, dışarı atarlar kendilerini. Babalar için ev, lokanta ve otel görevindedir. Çocuk bütün yaşantısını anasının çevresinde sürdürür. Tek örneği olur.
Niçin İspanyolca konuşmuyor da Türkçe konuşuyoruz? Türk bir ananın beşiğinde sallandık da onun için… Demek ki, insan nerede yaşarsa ona göre biçimleniyor, ona göre doluyor, ona göre kişilik kazanıyor. Böyle olunca; ilk çağımızın arkadaşı, tek örneği anamıza benzememiz, doğal bir gerçek olarak ortaya çıkıyor.
Biz kime benziyoruz? Analarımıza. Analarımız kim? Silik kadınlar… İslam düşüncesine göre işleyen toplumumuzda, yüzyıllardan beri, kadına eşya gözüyle bakılmıştır. Öyle devirler geçirdik ki; öküzü ölen erkek üzüldü, karısı ölen erkek, “Karının iyisi altı ayda ölür “ tesellisi ile avundu. Kadın evde, bir eşya, bir araç kimliğiyle yaşadı. Her zaman yuvadan atılmak korkusu taşıdı. Kaderi erkeğin dudakları arasındaydı. Bugün ki durumumuz da, bundan pek farklı değil. Kişiliği olmayan bir modele göre yuğrulan çocuklardan kişilik beklenir mi?
Yüz elli yıldır demokrasi diyor, kuramıyoruz. Önemli sorunların örtüsünü bile kaldırmaya cesaret edemiyoruz. İnanmadığımız düşüncelere şak şak çalıyoruz. İnanmadığımız insanlara “Beyefendi “ diyerek yerlere kadar eğiliyoruz. Toplumumuzun işleri arap saçına dönmüş. Hepimiz eleştirimsel sözler ediyoruz, ama perde arkasında yapıyoruz bunu. İş planından, ileri atılış gücünden yoksunuz. Kuşkular içindeyiz. Günün dertleriyle uğraşıyoruz. İnanmadığımız kervana dur diyecek yiğitlikten uzağız. Çünkü silik analardan doğma kişiliksiz insanlarız.
Anaların ve ana olacakların eğitimine büyük önem verilmelidir. Toplumumuzun kalkınması, buradan ele alınmalıdır. Demokrasi, özgür ve kişilikli insanların düzenidir. Bunu bulabilmek için, önce kişilikli anaları yetiştirmeliyiz.
(Otağ, 15 Şubat 1963)
Yorumlar (0 )