GİZLİ KAHRAMANLAR DA BİTERSE
GİZLİ KAHRAMANLAR DA BİTERSE
GİZLİ KAHRAMANLAR DA BİTERSE
Kahramanlık; çekinceli (tehlikeli) durumlarda yararlık göstermek, bir olayda önemli yeri olmaksa, asıl kahraman halktır, özel çıkar duygusuna tutsak düşmeden doğrulara adanmış insanlardır; adı ön sayfalara yazılanlar, bayraklaşanlar değil. Halk, toplum varlığının ana toprağıdır. Ulusların yaşamsal oluşumları -aydınlarının kılavuzluğuyla- ondan sürer gelir. Halksız ulus olmaz, devlet olamaz. Halksız ileriye bakamayacağımız gibi, yaşamı sürdürmemiz de olanaksızdır. Halkın dili, ön açısı halkına ters düşmeden bilimsel düşünebilen, çağını kavrayan ve ona göre tavır alan aydınlardır. O yaldızlı yapılar, önemli kurumlar, işleyişler, adını tarihe geçirenler, bunların omuzlar yücelmişlerdir. Halk ulusun omurgasıdır. Gerçekçi aydınlar ise cansuyudur, kanıdır. Onlarsız ayakta durulamaz.
Halk ilkin, bir arada yaşayan ya da bir ulusu oluşturan insanlar topluluğu gibi görünüyorsa da asıl halk; aralarında değer yargıları, tutum tavır bakımından bağ ve benzerlik bulunan sağduyulu insanların oluşturduğu girişik, duyarlık paydası eşit bir yapıdır. Bir anlamda da yönetenlerin dışında kalan sade insanlardır. Yaşamını sürdürürken, öz yapısını eksen olarak alır, kendisini ayakta tutan değerlere; sarılarak akıp gider sonsuzluğa. Bu akışın kılavuzu ise, doğrulara adanmış aydınlardır.
Ulus olma aşamasına varmış halk; tasada, sevinçte, ileriye yönelik isteklerde, genel değerleri önemli ayrılıklar göstermeyen insanların bütünüdür. Durgun su gibi akıp giderken, sessiz toprak gibi serilmiş yatarken, onda dalga yoktur, coşkun yeşerti göremezsiniz. Ne zaman ki, onun dayanaklarını çekersiniz; deprem işte orada başlar, halk suyu, o zaman dalgalanır. Neyi yıkacağını, neyi yaratacağını, sırtındaki hangi yükü atacağını bilemezsiniz. Yıkar, devirir; özünden devşirerek yeni oluşumlarla kurar anıtını. Halkın kuracağı anıtın emekçisi kendisiyse, tasarımcısı ve mühendisi özel çıkar gözetmeyen aydınlardır.
Türkiye halkı; etnik, dinsel vb. değerlerden çok, Anadolu coğrafyasının potasında pişmiş bir alaşımdır. Bu karışım, yaşam koşullarının zorlamasıyla girişik bir yapıya dönüşmüştür. Doğanın diyalektiği, onu, bu ortak tavra götürmüştür. Mustafa Kemal'in, yaşamsal kanatlarından birbirine bağlayarak tam ulus olma düzeyine çıkarmayı amaçladığı bu yapının altını fazla eşeleyip gıdıklamaya çalışırsanız, onun ortak değerlerini yiye yiye bitirirseniz, birliktelik umutlarını söndürürseniz; günümüzde onun sırtında saltanat sürenleri, nereye fırlatacağını bilemezsiniz.
Anadolu’nun yoğurduğu bu yapı; Cumhuriyetle kulluktan yurttaşlığa yükseltiliyordu. Tasada ve kıvançta paydasını, tam ortaklığa çeviriyordu. Yönü çağdaşlıktan yanaydı. Laiklikle bilime ulaşacaktı, tam özgürlüğü tadacaktı, demokrasinin esenliğine kavuşacaktı. Çağdaş bir ulus olma düzeyine oturup hoşgörü içinde birbirine katlanarak sonsuzluğa doğru sürüp gidecektir. Bu ülkü, herhangi filozofun üretiminden değil, Anadolu’nun tarihsel gerçeğinden filizleniyordu. Mustafa Kemal'in büyük yanlarından birisi de bu yaşamsal gerçeği yakalamasıydı.
1994 yılına giriyoruz. Baktım: 44 yıldır oy vermişim, 47 yıl sorumluluk yüklenmiş, yurttaşlık ödevini eksiksiz yapmışım. Öz çıkarlarımdan çok ulusun isteklerini önde tutmanın çabası içinde olmuşum. Ortak değerlerimize saygıda kusur etmemişim. Örnekse, beni, iki kez işsiz bırakan siyasal partiye - onu, ülkenin çıkarından yana sandığım için, içim yanarak- oy verişim. Bırak, karşı tavır almayı, susaydım, bu düzen beni, özdeksel (maddi) bakımdan çok yukarılara çıkarabilirdi. Bunun bilincindeyim. Yitirmenin ezikliğini taşımıyorum. Fakat şimdi siyasal seçme yapmada zorlanıyorum, oyumun onurunu koruyacak yeri arama bulanıklığındayım.
Dünyanın, çağının gerçeklerini kavramış, bilimden az çok nasibini almış aydınlar bile bu açmaza doğru sürükleniyorsa; değerleri, her gün kemirilen, önünden azığı sürekli eksiltilen, çıkış yolları tıkanan, hep sırtına binilen, buna karşın doğrularda? sapmayan sade halkımı, bir gizli kahraman diye kutsamalıyım. Gerçek aydınlarsa, bu kahramanın öz oğullarıdır/kızlarıdır. Onlardır yapımızın omurgası, onlardır bizi ayakta tutan, sağduyusuyla ve bilimin ışığıyla doğruları yakalayan.
Halkın ekmeğini azaltıyoruz. Laiklik, yasaların öksüz sayfalarına sığınıp kaldı, yaşamsal geçerliği yok. Özgürlük, sadece kullanabilenler için, halka göre içi boş bir kavram. Aydınlar, sadece susma özgürlüğünü kullanabilir. Demokrasi, sadece bir seçim oyunu gibi algılanıyor. Halk, sporun yalnız kazanma yanına koşullandırılmış, medyalarla sürüleştirilmekte. Basınla televizyonlarla, güzelliğine katkıda bulunacak yerde, değerlerimi kemirilmekte, Suudî zihniyetini, biri döllemiş, öteki kasığında beslemiş, bir paşamız nüfusa kaydettirmiş, bir bıyıklı liberal de reşit kılmış. Ona kuluçkalık edenler, şimdi civcivlerin eşindiği çöplükte mantığa perende attırıyorlar, ninni makamlı ezgileriyle uyutuyorlar halkımı. Eğrilerle doğrular çakıştırılmış. Halk, yolunu açacak evlatlarını öldürüyor, aydınlarına sırtını dönmüş. Siyasal kuruluşlar, kişisel çıkarların ağında.
Aydınlar bile "Ne yapacağım" a takılıyorsa, ulusumun varlığının sürdürücüsü olan halk ne yapacak? Vere vere onurundan? başka bir şeyi kalmayan aydınlar, artık daha ne verebilir' Sağduyulu halk olarak nitelediğimiz sade halkın direnme gücü kuşatılmış; bu gizli kahramanların omzundaki şaklabanlar daha ne kadar egemen olacak? Sürer mi bu? ip mi kopacak?..
Ulus, salt günü birlik çıkarlara tutunmaz, yüzyılların ilerisini amaçlanarak sürdürür varlığını. Bilimsel gerçeklere dayanarak özgürlük içinde yücelir. Onu ayakta tutan, gizli kahraman halk tır, halkın ışıkçısı gerçek aydınlardır. Sağduyulu halkın desteğini yitirdiniz mi, boşlukta kalırsınız, onu sürüleştirirseniz kime yâr olacağını bilemezsiniz. Çağdışı düşüncelerle aklını karıştırmayalım gizli kahramanın, ışıkçısını tutuklamayalım. Gizli kahramanı, kirli politikanın suyunda boğmayalım. Gizli kahramanlar da biterse...
(Cumhuriyet Gazetesi, 22 Aralık 1993)
Yorumlar (0 )