AŞINMA POLİTİKADAN BAŞLIYOR
AŞINMA POLİTİKADAN BAŞLIYOR
AŞINMA POLİTİKADAN BAŞLIYOR
Söylem Dergisi S:64 Temmuz 2000
Söylem Dergisi S:64 Temmuz 2000
Politika; zaman ve mekan bakımından evrensellik ve süreklilik göstererek devlet işlerini yürütmektir. Ulusun örgenleşmiş biçimi olan devleti esenliğe kavuştururken, insanını mutlu kılmaktır. Siyasal iktidar savaşımına dayanır. Ancak bu savaş, hukukun kuralları içinde sürer, ulusal ve kamusal çıkarların uzlaşmasında düğümlenir. Politikada siyasal erkin meşrulaştırılması ve buna itaat için moral değerlerin yaratılması gereklidir. Toplumun, alınan kararları kabul etmesi, bunlara uyması ise, kararların ortak değerlerin ve yararların ekseni olmasına bağlıdır. Kaynağını hukuktan alan eşitlikçi uygulama, engellerle karşılaşmaz, politika, uygulandığı toplumun bütününü gözönünde tutan bir anlayışın üstüne oturtulursa insanî bir sanattır.
Politikamız, bu tanımın içeriklerinden ne kadarını kapsıyor? Siyasal partiler, demokrasinin vazgeçilmez organlarıdır. Güzel de, kendilerinin işleyişi, ne oranda demokratik.? Uzun yıllardır, kaç politikacıyı eskitebildik, kaçı yerinde ve zamanında çekilmesini bildi? Aynı kişilerin, aynı anlayışların gel-git’lerinde çalkanıyor muyuz yoksa? Politikacılarımız, ulusun uzun erimli yararına, esenliğine mi koşulmuşlardır, yoksa gelecek seçim hesaplarından, hiçbir zaman kurtulamadılar mı? Devraldıkları Cumhuriyetli kazanımları geliştiremedikleri, toplumun isterlerine ters düştükleri için mi, zaman zaman kesintiye uğruyor partili yaşam? Politikacımız, kesintilerin anlayışıyla bağdaşık mı, onların aşındırdıklarını, söylemlerine ve demokratik kurallara aykırı olsa da, aynen sürdürmekte sakınca görmüyor mu? Koruduğu, kolladığı, salt kendisi mi? Kendisini aşamamış politikacıların kıskacında mı kıvranıyoruz? Açmazımız bu mu? Atatürk, 10 Yıl Nutku’nda “Büyük Türk millleti, 15 yıldan beri, muvaffakiyet vadeden pek çok sözümü işittin. Bahtiyarım ki, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak hiçbir isabetsizliğe uğramadım.”diyordu. Kaç bin atışında, kaç isabeti var, son politikacılarımızın?
Kurtuluş Savaşımız TBMM’ne dayalı olarak gerçekleştirilmiş, devrimler, oradan onay almış, Atatürk’ün öncülüğünde. Bu Meclisin alnacında “Egemenlik, kayıtsız, koşulsuz ulusundur.” yazılı. TBMM saygındır, onu korumak, ulusal görevdir. Ancak bugün, politikaya güvenin aşınmasından ötürü, eleştiri okları TBMM’ne yönelebiliyorsa, üzülmekle birlikte, aşınma içten mi, dıştan mı, Kurtuluş Savaşı Meclisi özgörevinde (misyonunda) işletilebildi mi TBMM diye sormak hakkımızdır.
Politikacıya güvensizliğin, TBMM’ne ağdırılması, devleti kağşatır. Çekincelidir (tehlikelidir). Böylesi bir güven bunalımı, “Birileri gelsin de düzeltsin, bu çapraşık işleyişi.” düşüncesine götürür bizi. Yalnız politikacı kalmaz, böyle bir çöküntünün altında. 150 yıllık demokrasi özlemlerimizin dalı budağı kırılır. Cumhuriyetin temel değerlerini, Anayasanın sağlıklı ilkelerini korumak, kollamakla görevli TSK, doğrudan siyasetin içine çekilirse, ulusal niteliği zedelenir. Kolayca taraf konumuna sokulur. Şimdiye kadarki - kimi olumsuzlukları dışlayarak söylersek – içteki sorunlarımızın çözümüne katkısından, dışa karşı caydırıcılığından yoksun kalırız. Böylesi, ulusal varlığımızın temeline ,demokrasi özlemlerimize yönelen bir çekincedir (tehlikedir.).
Politikacılarımız, halkın güvensizlik yakınılarını, kendilerinden yalıtıp, hemen TBMM’ne yapılmış gibi sunmakta hayli becerikliler. TBMM’ni, ulusal istencin (iradenin) odağı sayıyorsak, onu korumak, herhalde yurttaştan önce, onun içinde bulunanların birinci ödevi olmak gerekir. “Cumhuriyetin kurumları var, onları yıpratmayın.” diyorlar. Acaba, yurttaş, o kurumların kendisine mi yöneltiyor oklarını, yoksa o kurumların umduğuna uygun çalıştırılmamasından doğan bir eleştiri midir dillendirdiği?
Bizimle birlikte, toplumun ve isterlerinin değiştiğini, yeni düzenleme ve uyarlamalarla günün koşullarına göre düzenlemeler yapılması gerektiğini onlar da söylüyor. Fakat aydınların, halkın istekleri karşısında hemen savunuya geçiyor, halka, çağdaş önerilere karşı muhalefet gibi davranıyorlar. Kimin ne çıkarı varsa, o kurumlarla ilgili düzenlemelere el atmayı düşünmüyorlar. İnsanın, altta yatan başka bir amaç mı vardır, diye düşünesi geliyor. Ne kadar reform nutku dinledik. Örnekse 12 Eylül Anayasasına, düzendeki çarpıklıklara ilişkin ne kadar söz edildi: seçim alanlarında, TBMM’de, hükumet programlarında, parti program ve tüzüklerinde, gurup toplantılarında? Bu hantal işleyiş, bu öngörü yoksunluğu, birilerinin konumlarını korumasına güvence mi oluyor? En ufak bir yakınıda, halkı, sivil toplum örgütlerini suçlar söylem,hangi anlayışın ürünü? Kafaların arkasındaki padişah anlayışından mı? Demokratik düzen, demokrasi inanç ve bilinciyle işlerlik kazanır. “Hür seçimler.”deniliyor. Burada söylemeyelim; uygar dünyaya baksınlar, kafalarının içinde, kendileri versinler yanıtını, öyle mi, değil mi?…
Politikacılarımız, dünkü politikacı olabilir : Dünya dünkü dünya değil, küçüldü. Tâ öteki ucundaki olay, birkaç saat sonra, herkese ulaşıyor. İnsanların kavrayış sınırı genişledi, istekleri çoğaldı, önlerinde özen kaynakları var. Yüksek yargı organlarının başındakiler de birtakım rahatsızlıkları dillendiriyorsa ve politikacı, onların söylemlerini kendine göre sündürüp kullanabiliyorsa, belli bir azınlığın dışındakiler karamsarlığa itiliyorsa; orada, herkesin esenliğe, barışa ulaşması için yapılacak bir şey vardır: Bir tarafa ağdırmadan. Toplumlarda birlikte yaşama alışkanlık ve isteği, birbirine katlanma, kolay yaratılmaz. Ulus; aralarında değer yargıları, tutum bakımından bağ ve benzerlik bulunan, sağduyulu insanların oluşturduğu girişik, duyarlık paydası eşit toplumsal bir oluşumdur. Yüzyıllar içinde örgülenir bu yapı.
Yurda düşman girer, kovabilirsiniz; ekonomimiz sarsılır, düzeltebilirsiniz; ülkeniz yıkım geçirmiştir, bayındır kılabilirsiniz. Böyle bir Anadolu’yu, Mustafa Kemal, ortak paydasından, kendine özgü dokusundan yakalamış; onun bu niteliğine güvenerek, macera sayılabilecek Kurtuluş Savaşına girişmiş, devrimini gerçekleştirmişti. Saydığım olumsuzlukları, olumluya yöneltmişti. Bugünkü siyasal yapı ve işleyişteki aksaklıklar, ne yazı ki, halkın güvenini azaltıyor, yaşama isteğini söndürüyor, umudu falcıda arayanlarımız, bu dünyayı değil, öteki dünyayı kurtuluş kapısı görenlerimiz çoğalıyor. En kötüsü,halkın dokusu yıprandı. Bunun ilerisi, çok mu çok kötü. Asıl çekince iste burada! Düzenin dümeninde bulunanlarındır, ilk sorumluluk. Anadolu halkı, önü açıldığı zaman, doğruya, güzele sarılmayı bildiğini tarih içinde , kaç kez kanıtlamıştır. Toplumsal dokumuzdaki aşınmayı görüp, ona göre tavır almayan politikacı vebal altında kalır. Onların, en azından, halkın önünü açma sorumluluğu vardır. Çünkü aşınma, oradan başlıyor.
Yorumlar (0 )