TÜRKÇE DENEME
TÜRKÇE DENEME
TÜRKÇE DENEME
Türkçe deneme öneri ve çağrısı
Afrodisyas Sanat, S:22, Temmuz-Ağustos 2010
Yaşamımız baştan aşağı çizgi içi. Hele devlet, sanki keskin çizgi mühendisi: Doğumdan ölüme değin yaşamamızı biçimlendiren, her türlü eylemiz için kural koyan, haklarımızı koruduğu ölçüde yasak koyan da devlettir. İlk bakışta toplumsal yaşamın gereği bu! Dirlik düzenliğin zorlaması! Özgürlüğe susamış insan açısından bakarsanız, kuşatmadır bu! Sere serpe yaşamak için, çizgileri tümden kırıp atalım mı?
Toplumsal yaşam açısından bakarsanız; boşuna çizilmemiştir çizgiler: Çizgi aşımı kargaşa, bilinmeze gitmek. Toplumsal yaşam; kuralı, kurumuyla örer, korur yapısını. İlkeleriyle yön verir kendisine. Bilim, yazın, sanat da kuramları, ilkeleri üzerinden bilimsel / yazınsal gereklerini göz ardı etmeyerek yaratır örgüsünü, doku sağlamlığını. Bilimin kendisini aşmasını, yazın ve sanatın düş kuruculuğunu dışta tutarsak; işte o dokusunu örme, koruma kollama, toplumsal doku sağlamlığı, dirlik düzenin gereği.
Toplumsal doku sağlamlığından gelen esenlik, insan için koruyucu çizgilerin kanat altı rahatlığı, yerinden memnunluk! Yöneten için düzenini sıkıntısız yürütmek, kararlılık ama bir de ters yüzü var, tek başına birey için öyle mi?
Memnunluk, esenlik verdiği oran- da gevşetir kişiyi: Rahatına düşkün insanoğlu; yerinden yakınmaz, memnuniyeti sürüp gitsin ister. Sürekli memnunluk; yaşayışın kaslarını hantallaştırır, düşünüşü uykuya salar. Var olanın içinde salınır durursunuz ancak.
Kendisini, olduğu gibi koruyup düş kurmayanları gördükçe yontular (heykeller) düşüyor usuma. Yontular sanatsal yaratılardır. Fakat önemli bir olgunun anısı, biraz da geçmişten ileriye uzanışın, simgesel görüntüsü ol- maktan öteye bir işlevi yoktur. Durup dururlar, çakıldıkları yerde, kazık gibi.
Durağan toplum, durağan insan, geleneğin, göreneğin pençesinden kurtulamaz. Çağının ister ve gereklerine uygun bir toplumsal düzen kuramaz.
Yapıp etmek, dirimini sürdürmek zorunluluğundadır insan. Yaşam değişken, gelişken. Bir aşamadan sonra, insana elindekiler az geliyor, isterlerini karşılayamıyor. Çerçevesi daralıyor, yetmiyor insana. Yenisini düşlüyor, özlüyor. Yerleşmiş, kabul görmüşte eğlenmek durağanlık. Ona razı gelir mi, gizleri delik deşik etmiş, kocaman bir gücü, doğayı buyruğuna boyun eğdirmiş insanoğlu? Var olanının ötesine uzanacak ki kendisine yeni düşünüş alanları açsın.
İnsanoğlunu olduğu yerden ilerisi- ne taşıyan bilim, sanat, yazın vb. edimler / yaratılar; beynimizi şimşeklendirir, düşlerimizi kanatlandırır, sezgilerimizin ardına düşeriz. Tasarılarımızı yaşamımıza uygulamak isteriz. Daha esene uzanan yolağın, daha da açılım kazanması için, kullanılmakta olan düşünceyi sektirmeye, düşünceden yeni düşünce üretmeye başlarız. Elimizdekilerin, yeni sorunların çözümüne yetmeyeceği korkusu ve işlenip geliştirilmeyenin bağlayıcılığa neden olacağı kuşkusudur, bizi arayışa iteleyen. Durağanlığın çeperlerini delerek, ışıklı pencereler açmakta, düşünceyi sektiren denemenin hayli önem taşıdığını düşünüyorum:
Deneme; arayıcı, değiştirici, dönüştürücü düşünüşün dile yansıması, düşünceyi sektirmek; düşünceden düşünüş üretmek, felsefe yapmaktır, ‘denemeci biraz filozoftur’ derken, yine düşünüyorum. Felsefe; salt kavram çözümlemesinde kalırsa, kendi üstüne kapanır, önceden üretilmiş düşüncelerin sınırını aşamaz. Yeni düşünüş üretmekte zorlanır. Kendi üstüne kapanmayan felsefe; hazır kavramları oluşturan nedenleri yeniden inceler, olanı biteni, bir daha irdeler: Düşünceyi ve yaşamı, kendi üzerinden ilerisine taşır, yeni yaşam, yeni dünya özlem ve olanağı yaratır. Birikim ve kazanımlar- la bağını koparmadan ilerisine uzanır. İşte o zaman, bilineni yinelemekten kurtulmaya, çevren açmaya yönelir: Dahasını arar, var’ı aşmak için düş ve düşünüşü yeniden dokumaya koşulur; bilime, yazına, sanata önsezisi alanları açar. Felsefenin işlevi bu olsa gerek, asıl felsefe bu olsa gerek.
Felsefeyi -mevcudun ötesini yoklamanın yanında- olayla, olguyla ilişkilendirmek; yaşam üzerinden yeni çözümü sezdirmek, insanın ütopyalarını kanatlandırmak; yarının temellerini atmaktır.
İnsanın çağcınlık / uygarlık ölçütü; gününü yarınına eklemleyebilmek değil mi? Bunu görebilen deneme, var ötesini özleyebilen deneme; düşünce jimnastiğini aşmış, yaşamla özdeşleşmiş canlılıktır, üreticiliktir. Özellikle düşünce üreticiliği! Yazın türlerinin delişmen delikanlısı denemenin anası sınır tanımaz özlemler, düşlemler ise; felsefe de denemenin dayısıdır. Deneme, dayısının önüne geçmekten sakınır, ama dayısının açtığı pencerelerden, avuç avuç ışık aşırmaktan da vazgeçmez hiç. Işık aparıcılığı, düş dokuyuculuğu, düşünüşe çevren açıcılıktır onun işi. Felsefeden apardıklarıyla, özgürlük yaylasında at koşturmaktır işlevi. Aracı işlek ve özenli dil; kamçısı devingen düşünüştür.
Denemelerimde felsefe yaptığım söylendi. Öyle bir savım olamaz: Ne yazık ki felsefe eğitiminden geçmedim. Kırsaldan, doğadan geliyorum: Olguların içinden geçtim; üzüncünün, sevincinin sarsıntılarını yaşayarak. Toplumun en alt katmanından üst noktasına tırmanırken gözlemlerim, algılamalarım, olup biteni sorgulamaya, irdele- meye zorladı beni. Doğanın eytişiminden (diyalektiğinden) devşirdiğim deneyim, düşün ve sanat kitaplarından edindiğim kazanımlar üzerinden yeni birikimlere yolak açma çabasını güder denemelerim.
Dünyaya mevcut ekini (kültürü), yaşam düzeni yetmiyor, bilimin kazanım ve uygulayımları; insanın esenliği için kullanılacak yerde, bir kesimin tekelinde ve insanlığa doğrultulmuş vurucu silah. İnsanlık kıstakta, insanlık sıkıntıda, arayış içinde. Hele ülkem, açmazlara kilitlenmiş. Uzay çağını yakalamaya çalışanla, Ortaçağı aşamamışın kavgasını yaşıyor. Bu kavgada birbirimizi acıtıyor, tüketiyoruz; esenliği yakalayamıyoruz.
Bu açmaz, usun (aklın) terazisine vurulmalıydı: ‘Ama neden olmadı, bu açmazdan, nasıl kurtulabiliriz’ benzeri sorular üşüşüyor kafanıza. Sorma, haber alma merakı; kendinizi, dünyayı tanıma açkısı. İnsanlığı, ilkel konumundan, bugüne getiren soru çengeli, durağanlığın bir kanadına asılıyor, çekip açtığı yarıktan, esenleyici (ferahlatıcı) ışık sunuyordu. Sorulara tutundum: Sorularda kuşku vardı, ötesini yoklatan. Ama salt soruda kalmak da sakıncalıydı. Sorulara da kuşkuyla yaklaştım. Gündeme düşen sorunun karşılığı ne olabilirdi? Onu da irdelemek gerekiyordu. Soruyu tersine çevirsem karşıma bir yenisi çıkabilir miydi, ne getirirdi bana? Böylesi irdelemeler- den sonuç alabilmişsem, görüş / kanı belirtmeye çalıştım. Değilse kaçındım. Bu kadarı yeterli deyip kesip atmak mı istiyorum? Hayır! Dahası olacaktı elbet. Yeteneğim, gücüm o kadardı da…
Denemelerimin, alışılmış denemeden taştığını sezdirenler oldu. Kendilerince haklıydılar: Denemenin babası Montaigne’i düşünüyorlardı ya da onun bize yansımasındaki olguyu: Alışılmış denemeden kurtulamayanlara göre; deneme, düşünce sınırlarını düşünsel olarak genişletmekle yetinmeli; kesin yargıya bağlanmamalıydı. Deneme kavgacı görüntüde olmamalı, bilecenlik etmemeli, in- sanı güdülememeli idi, düşünüş jimnastiğinden öteye geçmek, denemeyi zedelerdi. Yanlış mı bunlar? Hayır! Zihin çapımızın boyutlanmasında, bilinen deneme türünün getirisini biliyorum, onu yadsımıyorum. Fakat bilinen deneme bana dar geldi: Onun üstünden -bilinç ve sorumluğumu devreye sokarak- bizim özgül konum ve koşullarımızı, dilimizi, felsefemizi işleyecek denemeyi denemeye koşuldum.
Denemeyi yerleşmiş tanımının, sözlük anlamının dışına kaydırma yürekliliğini nereden alıyorum? Birçok şey olduğu gibi yineleniyor sanırız: İnsanın da edindiği yapıyı değiştirmeden yaşamın alışılmış oluğundan götürdüğünü… Salt rengi, biçimi yenilenmiş kalıpların süreği mi yaşam? Hiç sanmam ki öyle olsun! Ne insan, ne doğa; bir günün sabahından akşamına, akşamın karanlığından tanyerine tıpkısı değildir: O kavrayamadığımız hız, ayırtına varamadığımız değişim an be an, insanı yeniden kurar, doğayı sürekli devinime iteler.
Kendimden biliyorum; hiçbir akşam, sabahki adam olarak dönmedim eve. Sabaha başka birisi olarak uyandım. Sabahtan beri koşturmuşum, onunla bununla görüşmüş, tartışmış ya da aynı görüşleri bölüşmüş, pekiştirmişimdir. Tepkilendiren olaylar yaşamış, hoşuma giden ya da gitmeyen kişilerle durumlarla karşılaşmışımdır. Bunlardan algılanmış, etkilenmiş, üzerinde düşünmüşümdür: İleri-geri, yatayına-dikeyine, altında hangi hınzırlığın ya da ışığın saklandığını yoklayarak… Ben’imin duvarında sökülmeler, başıma gül dökülmeler olmuştur. O sabah evden çıkan adam değilimdir artık.
Bir toprak damda doğmak nasip olmamış, tütün tarlasında dünyaya gözünü açmış köylü çocuğunda bu denli değişim gelişim oluyorsa, yüz binlerce yıllık çabaların / birikimlerin sahibi dünya yerinde durur mu hiç?
İnsanlığın kazanımlarından yararlandım, öncesinin yazarlarından, düşünürlerinden beynim çiçeklendi, eyvallah! Yalnızca onların izini sürmek, onların benzeği olmak mı? Yooo! Başkasının ayak izinden gidenin ayak izi olur mu? Elin gölgesine kimlik verirler mi? Öncesine saygını koruyacaksın ama onların yelinde yelpelenmek boşuna kanat çırpmak değil mi? Hele aydınlanmasının önü kesilmiş, uluslaşma / kültürleşme sürecini tamamlayamamış bir ülkenin yazarıysan, senin bakışın, toprağının konum ve koşullarına göre ayarlanmak gerekmez mi?
Her yazar, kendisini yazdığı gibi, kendi ekin (kültür) ikliminin türküsünü söyler. Toprağının acısıyla kıvranır, sevinciyle kanatlanır. Herkes kendi yarasına merhem arar. Ben de ülkemin özgül koşullarından yola çıkacaktım. Ulusumun, kimlikli bireyi olacaktım ki ulusum da -benim gibilerin örgüsünden edindiği katkıyla -insanlık ailesinin saygın üyelerinden biri olabilsin. Dünya karşısında ezik düşmeyelim, evrensel konumda, onurlu yerimizi alalım.
Böyle bir bilinç ve anlayışa yaslanan deneme; yazarının özel ülkesinden, insanın iç coğrafyasında sefere çıkar. Şiirin alt dokusunda gizlenen, öykünün, romanın koynundan ara sıra başını uzatan düşünce, eleştiri, düşkur denemede boylu boyunca karşınızdadır. Kesin yargı biçmeden, algılama, yorumlama çevreninizi genişletir, size sözünü etmez görünerek.. Deneme, öteki yazın türlerine göre daha ökecedir, bilecendir, filozof özentisini örtüleyerek söyleşir sizinle; sorular sorar, sorularınıza yanıt arar. Sorulardan yeni sorular üretir. Kazanılmış alanlarınıza yeni alanlar katar. İnsan soran sorgulayan yaratık değil midir, deneme insanlığın bütün hallerine soru çengeli atıyorsa, nasıl uzak durabilirsiniz denemeden? Konusunun özgürlüğü, toplumsala, geleneksele tutsak düşmüş insanı, niçin özgürlük yaylalarına götüren kılavuz olmasın?
Bir kişiyi odak almış, bir kişinin ağzından konuşuyormuş gibi görünse de, bir insanda bütün insanlığın saklı/ var oluşundan ötürü, kendinizi kolay bulursunuz denemenin içinde. Özel alanı yok sanırsınız, ama bütün alanlara giriş vizesi vardır elinde, peşin. Özgür işleyiş, onun dokuyuş biçe- midir, kuralların ağına takılmaz, sizi de özgür kılar. Okuyup algıladıkça, genelgeçer olarak kesinlemeden, özel görüş ve düşünceleri sunar kabulünüze. Özel söyleşi (kendisiyle iç söyleşi) yöntemiyle yaklaşıverir yanınıza. Sav’a bağlanmıyormuş örtüsünün altındadır sav’ı, özel etiketli. Söyleşir dedikse de biraz da ılımlı kavgacıdır, aba altından tartışmacı… İçinize sokulurken kavgacılığını, tartışmacılığını koltuk altında saklar. Buyurganlık taslamayan tutumunun altında, düşüncelerinizi boyutlandırmak amacı yatar.
O ki deneme, durağanlık çizgisini kıracaktır, insanı bulunduğu yerden ileriye taşımak işlevindedir, insana kendisini sorgulatarak, onu değiştirip dönüştürmekle özgörevlidir. Öyleyse, benim denemelerim; düşünceden düşünce üretmeli, okuruna hem geneli hem kendisini sorgulatmalıydı: Böylesini başarabilirsem çağcıllaşma sürecinin önü kesilmiş ulusuma, açmazlarda kıvranan insanlığa borcumu ödeyebilirdim. Benim denemelerimin bakış açısı, çabası budur.
Nereden çıkaracaktım bakış açımı? Nasıl boyutlandıracaktım düşüncemi? Hangi temele oturtacaktım? Nasıl inanılır kılacaktım? Kanıtım / dayanağım ne olacaktı? Örneklemeli, somutlamalıydım ki inandırıcı olayım. Dili, bilinen kalıp ve söylemlerin öte- sine ulaştırmalıydım ki yazdıklarım sıradan anlatı düzeyinde kalmasın, yazınsal niteliğiyle, okuruna getirisi olsun, ona kendisinden ötesine ulaşma yolağı açabilsin. O nedenle yaşadığım / yaşadığımız olguları, çağımızı; denemelerimin çıkış noktası yaptım, anılardan / olgulardan yararlandım. Kalıplaşmış / katılaşmış kavramları tersyüz etmeye, onlara yeni içerikler yüklemeye yeltendim. Açılım, gelişim kapılarını aralamaya çabaladım.
Klasik, alışılmış deneme türünü bekleyenlere yadırgı düşer miyim, bilemiyorum. Ama inanıyorum ki insanlık kuram ve kurallarına tutunarak esenliğini koruduğu oranda kendisini tanıyarak, tartışıya alarak kendisini yenilemiş, daha üst aşamalara tırmanmıştır. Var’ı kullanmakla, korunmayla yetinmemeliydim.
Klasik denemeye alışmışlara, Montaigne denemesinin bize yansıyanında kalmışlara yadırgı düşmekten çekinmeli miydim? Elbet, denemenin babası Montaigne’dir ama onun çağıyla, o çağda işlenip geliştirilen düşüncenin biçimleyip yön verdiği yapı ve dünyaya bakışla bizim çağımız, bizim ülkemiz, sosyokültürel iklimimiz aynı değil ki…
Montaigne, nasıl çağının, içinde bulunduğu konum ve koşulların gereğine, açılım isterlerine göre deneme yazdıysa; bizim de, ülkemizin sosyal yapısı, kültür birikimi, konum ve koşullarına göre, onun izleğine -kendi sorunlarımızı ıskalamadan- ekler yapmamız gerekmez mi? Böylesi, ulusal sorumluluğumuzun, insanlık bilincimizin gereği değil mi? Montaigne, nasıl çağının düşüncesini ileriye sıçratarak düşünce üretimine koşulduysa, ardıllarının da o yolu izlemesi gerekmez mi? Onu, aynen yinelemek, ondan çalıntılarla yetinmek, Montaigne’e karşı ayıp olmaz mı? Ayağım yerliymiş, bakış açım bizdenmiş. Olsun! Her yazar gibi, kendimden, kendimizden başlamalı, kendi yaramıza merhem aramaya çalışmalıydım. Deneme, yazarının kişisel / iç ülkesinden yola çıkan ‘ben ağızlı’ bir yazın türü değil mi aslında.?
Yazmak, hele deneme yazmak, yaşamı sarsmak, insanı uyanık tutmak eylemidir / işçiliğidir. Öyleyse her türlü olguyu, durumu usun terazisine vuracaksınız; sonu gelmez sorularla olanı biteni sorguya alacaksınız. Salt kendinizi anlatmakla kalmayacaksınız. Ötekinin gözüne, biraz cam tozu atacaksınız, uyanacak, tepkilenecek, yeni duruşlara geçerek, zorlayacak olduğu yeri, ötesine. Öyleyse deneme bilinç potasında, yeni maya ve bileşke oluşturma etkinliğidir, bir yönüyle.
Dedim ya, olgularımızı didikleyerek; çizgi, ötesini yoklatma, düşünceyi ileri sektirme, yeni düşünüş ekeneği açma, Türkçe deneme örneğidir benimki.
Yorumlar (0 )