BİR ÇAKIMLIK SEVİNÇ

BİR ÇAKIMLIK SEVİNÇ

 

 


BİR ÇAKIMLIK SEVİNÇ

 


Mutluluk hem zor,  hem kolay; Elinizin altında, gözünüzün eriminde; öte yandan önünde o kadar çok engeli var ki nasıl yakalayacaksınız onu? 

19 Ocak 2002, Cumartesi sabahı, saat altı. Çiçek saksılarının başındayım. Vay,amanın! Birisi çocuk ağzı pembeliğinde uç veriyor,ötekisi uzun süren kapalı havada, kara bulutların arasından papatya dilini uzatmış güneş ışınları gibi gülücük sürmüş. Bende bir çoşku kanatlanıyor, pencereye koşuyorum, günlerdir erimeyen kar; katı sırıtkanlığında, ısı eksi yirmi derece. Kaç gündür sokağa çıkamamışım. Doğa dışarıya egemen. Güçlü. Ama içeride insanın buyruğuna teslim. Doğanın korumaya alınmış parçası,uzatmış doğurgan elini: Kapalı balkonda gülücük sunan çiçekler, bana sundukları coşku, tutunmuşum ona. Eşim uyansın da bölüşelim bu sevinci.    Biliyorum coşku, büyük isteğin getirdiği geçici heyecan. Benimki, iki çiçeğin uç verişindenmiş. Olsun, doğadan süren sevinci ibiğinden yakaladım ya!...    Ama bu mutluluk mu? Tüm özlem ve isteklerime eksiksiz ve sürekli kavuşmuş muyum? Yakaladığım kıvanç, zamanla uçup gitmeyecek mi? Gidebilir. O ki ben kıvançlarını avlamasını becerebiliyorum. Neden yenilerine gebe olmayayım?    Doğaüstü güçlerin, insana iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanmam ki. Doğa ne iyidir, ne de kötü. Kendi yasalarını işletir; devingenli, değişimli düzeneğini sürdürür. Yok olacak parçalarını onarır, değiştirir, dönüştürür, yeniden doğurur, dirimine ekler. İnsanoğlunun eli hoyrat işlemese, çıkarının bıçağını, doğanın bağrına saplamasa; doğa üretimli güzelliğinde sürüp gidecek… Doğurmaktan bıkmayan döllü döşlü bir ana! Siz, onu yok etmeden ehlileştirip, içinden ongunluk verenleri yakalamasını bileceksiniz, sevinç çakımlarının avcılığına çıkacaksınız.   

Ongunluğu, salt özdeksel verimlilik, salt özdeksel yararlılık ve bayındırlık olarak alıyor, iç ongunluğundan uzaksanız, o sevinç çakımları, size bir şey söylemez. Yaşamı, doğayı; salt mal ya da yiyecek içecek yönünden sağmaya güdülenmişseniz; istenç ve yargıları güçlü coşkunun  seline kaptırırsınız. Aşırı tutku ve bağımlılığı sevgi, aşk sanırsınız.   

Aşk, ekip biçip, ürününden yararlanmak mı yanlızca? Karşılık bekleme çıkarcılığından sıyrılmış bir iç çoşku, tinsel erinç mi?  Dış ve özdeksel kaynaklardan edindiklerinizle yüceleceğinizi sanıyorsanız, doğayla öpüşüp sevişmenin tadından yoksun kalırsınız. Bitkilerin çiçeğe duruşu, doğanın size sunduğu aşk öpücüğü değil de ne ? Sizin özdeksel olmayan eliniz, gözle gönülle avlayacak ustalığınız yok mu?… Göz, gövde hatta duyumsama da bir eldir, uzanır yakalar, öpersiniz güzellikleri.    Mutluluğu özdekselde  yakalamak da bir sevinç. Ama özdekseldeki mutluluğu bulursunuz da, yitirebilirsiniz de. Dıştandır o; gelir de gider de. Doğrudan sizin kazanımınız değildir. Küçük yaşama sevinçleri öyle mi ya?... Koyu karanlığın içinden siz çektiniz onu, siz arayıp buldunuz, kirli ortamın karmaşasından. Sizin emeğinizdir o. Öz malınızdır, üstünüze abanmış karanlığı siler, gözünüzü gönlünüzü parıldatır; sizi yaşama pekiştirir, umudunuzun kanatları açıktır artık.   

Şimdi uç veren çiçekleri muştulamak için  uyanmasını beklediğim Nermin Hanım’la nasıl evlendik bilir misiniz? Kimimiz kimsemiz yoktu, paramız pulumuz da. Niksar Halkevinin salonunu, ricayla aldık. Düğün çağrılarını elle yazdım. Kocaman bir semaver, bisküvi türünden bir şeyler, bir gramafon…Yetti.   

Törenden sonra, songüzün ayazında eve gidiyoruz, iki yalnız. Nermin  titriyor. Ceketimi sıyırıp attım omzuna.  “Sen?... “ dedi.  “Erkekler üşümez ! “ Hadi canım sen de, titrememek için kendimi zor tutuyorum. Yatağımızı benim yaptığım ağaç karyolaya serdik. Beş yıl sonra, Taşova Ortaokulu Müdürlüğümde iki çocukluyduk. Samsun- ‘dan iki ağaç sandalye getirdiğimde, bizim evde bayram sevinci yaşanıyordu.    Özdekselde ulaşamayacağımıza ayarlamadık kendimizi: Olanaklarımızla yetindik, özdeksel kazanımlarımızla başkalarına üstün gelmeye çabalamadık. Birimiz köylü bir çiftçinin oğlu, ötekimiz bir posta dağıtıcısının kızıydık. Halk gibi yaşamak gocundurmazdı bizi. Halktan olduğumuzu unutmayacaktık, her olana bitene rıza göstermeyecektik, ulusal ve kişisel kimliğimizi koruyacaktık. Beynimiz besinsiz, yüreğimiz esinsiz kalmasın, ondan ötesi kolaydı. Elli yılı aşan birlikteliğimizde, küçük sevinçlere tutunarak, birbirimize kaş yıkmadan yaşadık mutluluğu. Çocuklarımız da bize benzedi. Bizim varsıllığımız onlar. Doğayı, insanlık değerlerini kemiren yaratıklar salmadık ortalığa. Bundan büyük mutluluk olabilir mi?...Torunlarımız bizim yaşam ağacımızın sürgünü. Cimrinin parasından aldığı yüksek faiz vızıltı, torunlarımızdan aldığımız mutluluğun yanında. Torunlarımızla uzayıp gitmek, yaşlılığın getirdiği ağırlığı siliyor üstümüzden.    Öfkesi, tutkusu olmayan, sinik yaratıklar mıyız ikimiz de? Yooo!...Elimiz ayağımız, beynimiz, kasığımız çalışmış. Üretmişiz, yaratmışız, çocuklarımızı, öğrencilerimizi yetiştirmişiz. Yazılı sözlü ürünlerimiz olmuş, başkalarına katkıda bulunmuşuz. Bir kitapta,  bir görüntüde, herhangi bir insanda bir güzelliği yakalarsak, kendimizde yaşarız onu. Başkalarıyla çoğalmak, insanın insana eklemlenmesi değil mi?..Yıllar öncesi öğrencilerimizden haber alırsak, onların iyiliğini duyarsak kanatlanırız. Kim olursa olsun, insanın açmazda kalışı burkar içimizi. Üzülürüz. Elimiz yetmiyorsa, duygularımızla paylaşırız onların acısını. İnsanın ongunluğu kadar, acısını paylaşmak ongunlandırır bizi. Algılamalarımız üzünçlü de olsa, daha bir derinden duyumsarız, insan olmanın onurunu. Çünkü insanın acısını bilmek, onu gidermeye uyarır, kişi olan kişiyi.    Hele ben sevinç kırıntılarının avcısıyım ya. Dolmuşa binmiş Or-an tepesinden Ankara‘ya iniyorum, gökyüzünün bir yarısındayım; gökyüzünün duruluğunda arınırım, içim yıkanır, bulutlara binip düş ülkelerine açıldığım olur. Ankara‘da güneş batımı ne şahanedir: Al ipeğe bürünmüş, coşkulu bir gelin olur batı. Nazlı adımlarla, iç titreşimleriyle gerdeğe gidiyordur Ankara’nın akşam güneşi. Gecenin koynunda vuslata erişecektir. Çocukları çağırır batıyı gösterir: “ Bakın yaptığım şu görkemli tabloya. “ derim. Sanki çizmişim onu. 

Deniz kıyısındaysam, denizle çalkalanırım. Hele gün batarken nasıl şaraplanır denizler, içine dalıp lıkır lıkır içermişim gibi esriklenirim. Sokakta yeniyetme bir kız görmüşümdür: Sanki bütün dünyayı başında taşıyor, saçlarında savuruyordur. Onun gözlerindeki çocuksu isteklerle sarmaş dolaş kösnül parıltı, her sabah atışını beklediğim tan yeri gibidir; katı yaşamın ağılarını silip süpürecektir. İnsanoğlundaki yaşama sevincinin bitmediğini görmek, yaşamın bütün olumsuzluklarına karşın, özünü yitirmeyeceğini yakalamak, insan gibi insanın ölmeyeceğine inan kazanmak değil de ne?   

Mutluluk dediğiniz şey bir çakımlık yaşama sevinci.    

 

 

(Kasım 2002, Türk Dili ) 

(15 Ocak 2003, Bizim Anadolu / Kanada-Montreal)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler: deneme sevinç

Yorumlar (0 )