İNSANIN TOPOGRAFYASINA YOLCULUK
İNSANIN TOPOGRAFYASINA YOLCULUK
İNSANIN TOPOGRAFYASINA YOLCULUK
Anı; yaşlı anlatımı, etkinlik dışına düşmüşlerin söylemi olarak algılanır genelde. Komşularına askerlik günlerini anlatan çavuş gibi yazarsanız ya da kahvede emekli memur ağzıyla anlatırsanız, doğrudur bu! Kaldı ki o kişiseliyle allanıp pullanmış, benmerkezciliğe takılmış anlatılardan bile gerçeklikler sızar. Anılar, eksiğiyle fazlasıyla birebir insandır. Türünün özelliğini taşısın taşımasın, anlatandan, bir kişiden, yaşanmışlıkları dile döküş. İnsanlık bütününü oluşturanlardan birisinin, bütün içindeki kişisel duyuşundan, görüşünden ve algılamalarından belleğinde kalanları. Öznelliği ağır bassa da, tek’ten tüm’e giden ipuçları!
Daha kestirmeden insan, insan sıcaklığı vardır anılarda; doğrudan yaşanmışlıkları eğirip dokuyan: Tek insanın iç derinliklerinde kalmışlardan insanın topografyasına yolculuk! Kişiselde iz bırakmışların, gündem öncesinin izlenimleri, duyumsamaları. Yorumu tek kişilikmiş, olsun! O kişi, insanlığı oluşturan öğelerden birisi değil midir?
Sözlü ya da yazılı, herkes anılarını anlatmıştır/anlatır. Dar çevrelerde kalan anılar, duvar dibi ya da kahve söylenmesi olarak kalır, genel belleğe eklenmez, uçup gider. Ağızdan ağıza aktarıldığında, gerçeği budanır, söylenceye (tevatüre) dönüşür. Daha sonraları toplumsal belleğe kayıt edilmeye çalışıldığında -ilk ağzı bulunup, dibi deşilip irdelenmeye alınmamışsa- insanlık tarihine özürlü notlar olarak yansır. Eksiklinin yerleşmesine, sürüp gitmesine neden olur. Gerçeğe gölge düşürür. Sosyokültürel tarihteki gedikler buradandır.
Söze dökmek istediğim, yalnızca değindiklerim değil, yazınsalı. Toplumun duyargası, sosyokültürel ağzı yazar takımı için. Onlar ki yaşananları eşeleyip özlemleri dillendirerek geleceğe çıkarım kapısı açmaya koşulmuşlardır. Yazarlar dünyanın, toplumların kavrayıcı beyni, eleştirel aklı, sorgulayıcı bilincidir. Anı, onların kalemiyle türünün özelliğini kazanır, insanlık için çıkarım kaynağı olur.
Görünen o ki yazarlarımız, anı yazmayı yaşlılığına erteliyor. Güncelin olgularını, görüneni, göze batanını sorgulamada çalkanıp duruyor. Hepten yanlış mı bu? Hayır, ama eksikli. Erteleneni dokumaya doğa yasaları fırsat bırakmayabilir. Ama görüneni gözetlemeden, irdelemeye almadan yarına uzanılabilir mi, diyebilirsiniz. Bu da doğru ya, şaşmaz, değiştirilemez bir doğru daha var: Yaşam, tek zamanlı değil; geçmişi, günü ve geleceğiyle, birbirini bütünleyen süreç. Zincirinin halkalarından biri koparsa, bütününü algılamakta/değerlendirmekte zorlanırız.
Olguları silkeleyerek, arka planda kalanları, ucu yalnızca size dokunmuş görünenleri silkeleyerek, günün tabanına eleştirel bakmak, anımsayarak, olanı biteni -özelinizde dokuyarak- yazıya almak, dip düzeye inmek, anı yazmak, yazarlığın gereklerinden birisidir.
Ben şiirimi, öykümü, romanımı vd. yazıyorum. Öyle önemli görevler üstlenmiş birisi, hele yaşlanmış birisi değilim ki anılarım, herkesin merakını çeksin; anılarımın aralığından, geçmişin kıstaklarında kalan ara sıcaklıklar yakalanabilsin demek, yaşanan olguları belleğin dip karanlığına itelemek, ıskalamak olur. Yaşanmışlıkları gedikli bırakmaktır.
Kişinin anıları, tek başına oluşmamıştır ki… İlişkiler ortamında belleğinize ekilenlerin tohumu anı; yeşertilmeyi bekler: İnsansal/toplumsal ilişkilerden yazılmamış birer sayfa. İnsanlıktan, ama kamuya açık edilmediği için insanlığın gündemine alınmamış, belleğin koyu gölgesinde kalmış. İnsanlığın, yazıya alınmamış gizli/iç kitabınındır o sayfalar: Temelinizden bugüne, dahası yarına serüveninizin topografyasındaki nirengilerdir, belleğinizde çizilip kalanlar. Onların iniş çıkışlarında dolaşmadan, alt-üst, ön-arka, yatay-dikey noktalarına dokunmadan, içinden geçtiğiniz/geç- mekte olduğunuz dönemlerin, koşulların, toplumsal/bireysel kişiliğinizi oluşturan etmenlerin, yaşama bakışınızı yönlendiren tepilerin ayırdına varamazsınız; giderek toplumunuzun sosyokültürel çözümünü yapamaz; gelecek için öneriler sunamazsınız pek. Yaşamı teraziye alışta eksikliğe düşersiniz, biraz.
Ulusların tarihi, insanlarının serüveninin toplamıdır. Ancak öne çıkmışların kiminden söz eder de, ulusu oluşturanların bütününü kapsamaz genel tarih: Resmi bir özettir. Ulusların tarihi, resmi görüşe yatkın genel ve kalın çizgileriyle -çoğunlukla da egemenlere yaslanarak- yazılır. Toplumun atardamarlarını besleyen kılcal damarları yoktur öylesinde. Öylesi tarih, kamusal belleğin değil; resmi/egemen görüşün, kendisine yontan belgeliğidir.
Tarih kitapları, tarihin o ağır işçiliğine koşulanlardan söz etmez pek. Böylesi tarihe, ne kadar güvenilebilir? Ondan, tarihi sırtında taşıyan, oluşturan, sürdüren insanın gerçeği, tamı tamına çıkarılabilir mi? Ondan öğrence (ders) alınarak geleceğe uzanımın doğruları yakalanabilir mi? Yazarlar, insanın gerçeğini dokuyor, insanının serüvenini incelikleriyle konu ediniyorsa; dile dökülmemiş iç duyarlıkları, belleklerin derinliğinden çıkarıp işlemeleri gerekmez mi; insanlık tarihinde gedikler bırakmaya, nasıl razı olabilir yazarlar?
Anılarınız sizin tarihinizin, psikolojinizin, başarılarınızın/yenilgilerinizin, düş kırıklıklarınızın, umutlarınızın, belleğinizin arka alanında kalmış ve kamuya açılmamış özel/iç kayıtlarıdır. Uluslar, sizin gibilerin oluşturduğu toplumsal örgendir. Ulus adına erkini yürüten, yönetsel kurumdur devlet. O devletin, o ulusun kültürünün, yaşama bakışının, sizden soyutlanmışında, ulus gerçeğini bulabilir misiniz? Siz olmadan ulus, devlet, ekin (kültür); ne kadar vardır/doğrudur, ne kadar sizi söyler? İnsanın özelini ıskalamak, toplumsal değerler bütününün, kimi noktalarını görmezden gelmektir.
Sizin de kişisel bir tarihiniz vardır: Yaşadıklarınızdan, anılarınızdan özel tarihinizi anlatınız ki: En azından yakınlarınıza, gerçeğinde toplumunuza /ulusunuza verilecek hesabınızın çetelesini çıkaracaksınız anılarınızdan ki sizi doğru algılayıp, gerçeğinize, hak ettiğiniz yere oturtabilsinler. Yazın ki, bireyler hesabını veriyorsa, devletler de hesabını vermelidir, düşünüşüne ön açasınız.
Öneminizi, yerinizi bilin: Siz toplumu/ulusu oluşturan öğelerden birisisiniz/birisiydiniz. Bir kuşağınız var/vardı. Döneminizi etkileyen olayların içinden geçtiniz/geçiyorsunuz. Siz, bütüne katkı verdiniz, bütün sizi etkiledi, evirdi, biçimledi. Sizin anılarınız, döneminize değgin romanlara, öykülere ana kucağı olacak, sosyokültürel tarihinize kaynaklık edecek, uygarlığınızın örgüsünde, en azından, küçük bir ilmik olacak; o dönemin insan sıcaklığına giriş kapılarının açkısını tutacak avcunda.
Toplumbilimciler, çağınızı çözümler, değerlendirirken onlardan yararlanacak. Kişisel anıların (belleklerin) bileşim/birikiminden oluşan toplumsal bellek, ondan yansıyıp örgülenenler, ulusal ekininizin (kültürünün), uygarlığınızın ana verileri/göstergeleridir. Oradan çıkarımlarla yarınlara uzanabilesiniz kişi olarak, ulus olarak.
Anı; insanın insana, iç sıcaklığıyla kavuşması. İnsanın, insan yapısının/niteminin ince renklerini saklar derinliklerinde. O ki insan için yazıyorsunuz, derinliklerde kalan duyumsamaları, tepkileri, coşkuları, üzünçleri tezgâhınıza almazsanız, dokumanızın rengi, biçimi, insanın gerçeğine yadırgı düşer, yoksunlu kalır.
İyi de, anılarda nesnellik kolay mı, diyeceksiniz. Değil elbet. İnsan, kendini severliğin öksesinden sıyrılmadığı için, hoşuna gitmeyenleri karanlığa iteler. Gerçeği, özlemleriyle donatır biraz; yaşanmışlıklara kıyın kıyın kurgular ekler. Ama olsun, öylesi de insanın bir yanı yönü, -doğasından ötürü- sökülmez nitemi değil mi? Zaten siz, yazar olarak insanı, her konum ve özelliğiyle dokumaya koşulanlardan değil misiniz? Öyleyse sizin için, anı hazır bir veri. Size değilse, gelecekteki uğraştaşınıza…
Yazın anılarınızı ki, onların içinden sizi ve toplumunuzu bütün renkleriyle seçebilelim. Gerçeğimizle tanış biliş olalım. Yazın anılarınızı ki, tarihi, egemenlerin yörüngesine bağıtlılıktan çıkaralım, diptekiyle tepedeki, astlık üstlük taslamadan, ortak paydasında bölüşsün özgür yaşamı, insan.
Yorumlar (0 )