DİNÇER SEZGİN
1-
İZMİR ESİNTİLERİ
SORUMLULUK BANA AİT
DİNÇER SEZGİN
Radikal Gazetesi, 1 Ekim 2000, Ege baskısı
“Kişilerin hatırı için sınav geciktirilemez. Hemen başlayın, yoksa işlem yaparız.” “Yapın ama dinleyin lütfen. Onlar haziran döneminde okulu bitiremezlerse, bu yıl meslek okullarına giremezler.” “Akrabanız mı o çocuklar?” “Onlar da Türkiyeli, ben de Türkiyeliyim. Onlar da köy çocuğu ben de köy çocuğuyum. Köy koşullarını bilirim. Kim bilir nasıl bir engelleri çıkmıştır. Kesinlikle geleceklerdir sınava.” “Bilecenliğin gereği yok. Sınavı başlatın hemen.” “Hiç kimse sınavı başlatamaz. Müdür olarak tüm sorumluluk bana aittir.” Bu sözlerin altına imzasını atan kişi, bir zamanların ilkokul, ortaokul öğretmeni ve müdürü, sonra bakanlık müfettişi Ve Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurucularından olan Osman Bolulu’dur. Otuzdan fazla kitabın üstünde imzası vardır Bolulu’nun. Yetmiş bir yaşın emek toplamı olan bu kitapların içinde şiirler, denemeler, masallar, seçkiler, ders ve meslek kitapları vardır.
Sorunlarına çözüm yolları arayıp bulacak varsayımlar ve olasılıklar üzerinde durarak: bilgi çağının insan kimliğini kazanacak bireylerin yetiştirilmesine elli yılını adamış olan Bolulu'nun elbetteki zengin bir anılar birikimi de olacaktı. Baskıdan çıkar çıkmaz elime ulaşan ve bir solukta okuduğum “İnsanlığın Solmaz Gülleri “ adlı kitap, o anılar yumağından bir demet.
‘Günlük’ ve ‘anı’ ilk bakışta, yazı türlerinin en kolaylarındanmış gibi görünürler. Her ikisinde de öznellik ön plandadır. Ve bana göre işin en zor yanı da budur. Öznelliğinizi öyle bir dozda tutacaksınız ki okuyan, hem sizin yanlılığınızı duyumsayacak, aynı zamanda yazdıklarınızın tümünde nesnel bir tat yakalayacak. Bu dozu ayarlamak, kaleminize bu kıvamı kazandırmak bir hayli ustalık isteyen bir iştir. Yazı yazıyorsanız, anılara kayı kayıverir kaleminiz. Bilinçaltınızdan, gönlünüzün, yüreğinizin bir yerlerinden kopup gelip çalıverirler pencerelerinizi. Penceresini çalan anılara Cahit Sıtkı ne güzel sorar: “Bilmem ki hatıralar/ Ne istensiniz benden/ Gelirgelmez sonbahar/ Cama vuracak ne var/ Ey eski hatıralar?” Bolulu’nun anılarını okuyunca o kanat seslerini duydum birdenbire. Anılara dönmek, anıları yazmak garip bir çelişki de yaratır insanın içinde: bir yandan o günlere dönmek istemezsiniz, bir yandan da dönmeden edemezsiniz. Yine Cahit Sıtkı “Sesliğine doyamadığım/ o eski saatleri, yeni/ Baştan kurmayın hatıralar” diyor, bu çelişkiyle ilgili olarak. Bolulu da, kitabın önsözünde, anıların erincinden ve üzüncünden söz ederken, bu duygunun altını çizmek istiyor.
Hem eski bir öğretmen olduğum için, hem de Osman ağabeyin içten anlatımının etkisiyle yıllar yıllar öncesine savrulup gittim. Sınıflar, öğrenciler, köy ve kasaba dedikoduları, sorunları, çözümsüzlükler, umutsuzluklar, komünistlikle suçlanmalar, en yakın bildiklerinin, en çok yardım ettiklerinin kalleşlikleri, insanlığın yüz karası davranışlar, hatta rezillikler, her şeye karşın, öğrencilerde yakalanan bir kıvılcımın yarattığı sevinç ve umutlar diriliverdi içimde.
Bolulu, öğrencilerine “İnsanlığın Solmaz Gülleri, diyor. Ceyhun Atuf ustada, ‘dünyanın bütün çiçekleri’yle bir tutmuştu öğrencileri. Onları ‘sevdiğimiz çiçek adları gibi’ düşünmek, bakışımızı da belirliyor bir yerde. Dünyayı güzelleştirmek için çiçeklendirmeye çalışırız hep. Çiçekle bir tutmakla galiba bir görev de yüklüyoruz çocuklarımıza: “Dünyayı güzelleştirin” diyoruz. Ya da; dünyayı yalnızca siz güzelleştirebilirsiniz gibi bir iç dilek de var bu benzetmede.
‘İnsanlığın Solmaz Gülleri’ kendini bir solukta okutuyor. Dil arı, duru, imbiklenmiş bir anı dili. Öznellik ve nesnellik dengesi iyi kurulmuş. Çocuk dünyasıyla ilgili gözlemler ilginç. Sizi çocukluk günlerine alıp götürecek, içinizdeki çocukla yeniden yüz yüze getirecek bir kitap. Diline sağlık Bolulu.
2-
BİR GÜL YARATMAK
DİNÇER SEZGİN
Söylem Dergisi S: 46-47 Ocak 1999
“Güle Yolculuk", Osman Bolulu'nun l950'den bu yana şiir düşünen, şiirle yatıp kalkan, şiir düşleri gören, şair Osman Bolulu'nun "retrospektif" bir kitabı; 1953 ile 1996 yılları arasında yazmış olduğu şiirlerden 87'sini almış kitabına. Bu nedenle onun şiirine panaromik olarak bakabilme olanağını buluyoruz. Gerçi kitap, bütün şiirlerini içermiyor ama, yine bu kitaba retrospektif dememizin yanlış olmayacağını düşünüyorum.
“Güle Yolculuk" ayni zamanda ilginç bir kitap; Bolulu, bugüne değin hiçbir yerde görmediğim bir tarz'la oluşturmuş kitabını. Ne yapmış? Önce ayrıntılı bir yaşamöyküsünü koymuş kitaba. Çağdaş Türk Dili Dergisinin Temmuz/Ağustos 1995 tarihli 89/90 sayısında yayınlanan bu yaşamöyküsünde yazın yaşamını, yazdığı dergileri, tarih sırasına göre yapıtlarını, sanat anlayışını, geçmişle ilişkisini, arı Türkçe tutkusunu ve çileli yıllarını anlatmış, dışardan bir gözle bakarak kendisine. Sonra kitaba bir Osman Bolulu Kaynakçası eklemiş: Genel olarak hakkında yazılmış yazılarla birlikte, ayrı ayrı kitapları üzerine yazılmış yazıların kaynakçasını da koymuş, yazılan yazılardan alıntılar yapmış. Yani, Bolulu üzerine araştırma, değerlendirme yapmak isteyen bir kişi, "Güle Yolculuk" kitabında verilen adreslere başvurduğu anda, araştırmasını, incelemesini kolaylıkla yazma olanağı bulabilecek. Anımsayabildiğim kadarıyla böyle bir çalışmayla hiç karşılaşmadım, bugüne değin. Sözün kısası Bolulu diyor ki:
İşte, 53 ile 96 arasında yazdıklarımdan seçilmiş 87 şiir. İşte, yazdığım dergiler. İşte, hakkımda
yazılanlar. İşte, hakkımda yazılanlardan alıntılar. Hakkımda yazmak ya da konuşmak istiyorsanız, işte belgeler, kaynaklar. Buyurun yazın, konuşun.
Yiğitçe ortaya koyuyor kendisini.
Ve yiğitçe "Yazın ya da konuşun." diyor.
“Yiğitçe" sözcüğünü özellikle kullandım. Çünkü Bolulu'nun davranışlarında olsun, söyleşilerinde olsun, konuşmalarında olsun, yazılarında ve şiirlerinde olsun "yiğitçe" bir eda, daima vardır. Onu tanıyanlar bilirler. Bolulu gıllıgışlı adam değildir. Evet edası, her daim yiğitçedir. Hangi konuda konuşursa konuşsun, hangi konuda yazarsa yazsın , yazdığı ister düzyazı, ister şiir olsun, bu yiğitçe edayı bulursunuz. Yani yalanı dolanı yoktur. Yani art düşüncesi yoktur. Ve de bu konuda ödünü yoktur. Açın bakın, en duygusal şiirlerinde bile bu edayı hemen yakalayıverirsiniz. Yiğitliğinin kaynağı, dürüstlüğüdür. Dürüst olmanın zarar getireceği yerlerde bile o, yine dürüsttür.
1953 yılında:
“Dönek dinlenek değil ki yerim
Kişioğlunu düşsün serinliğim
Uğultulara karışır giderim
Başıma kakılmasın meyvesizliğim" demiş. (37.s.)
O, uğultulara karışıp gitmeye razıdır, ama; yüreğindeki serinliğin insanoğluna yansıması koşuluyla. Söylemeye gerek var mı? Bu sözlerin altında bencil olmayan bir yürek çarpmaktadır. Bencil olmayan her yüreğin, yiğit yürek olduğunu da herkes bilir.
Güle yolculuk" adı bile, onun dürüst ve yiğit yüreğinin bir simgesi bana göre. Neden mi?
Güle yolculuk, öyle kolay bir yolculuk değildir çünkü. Gülü bulabilmek için hangi "badirelerden" geçeceği, hangi tehlikeleri yaşayacağı, hangi korkuları göğüsleyeceği, hangi dikenlerle savaşacağı, hangi açmazlarla karşılacağı hiç mi hiç belli değildir. Üstelik bunca "serencamdan" sonra, gülü bulup bulamayacağı da belli değildir. Öte yandan güle yolculuk, şiiri aramaya çıkışın adıdır, bana göre. Yine bana göre şiiri aramaya çıkmak, başlı başına bir yiğitlik, bu yolculuğa çıktığını açık açık söylemek de bir başka yiğitlik ve dürüstlüktür.
Kişioğluna düşsün serinliğim" dizesini 1953'te yazan Bolulu, 1956 yılında da şunları yazar:
“Bırak Musdafendi
Gün ola, harman ola
Kötülük için gelmedik dünyaya" (12.s.)
Yine 1960'lara doğru yazdığı bir şiirinde de:
“Sarayların pencereleri kör
Bütün insanlar eşit olacak" (111.s.) dizeleri çıkar karşımıza.
1953'te paylaşımcı yüreğinin sesini düşürdüğü dizeleri, son şiirlerinde eşitlik isteyen, eşitlik arayan, dünyaya iyilik için gelen bir yüreğin isyankar sesine dönüşür. Vecihi Timuroğlu 'nun söylediği gibi, “İnsanlığın yüreğinden kini silip atmak" ister. "Tüm bir dostluk dünyası yaratmaya" yönelir. Üçkağıtçılığın, namussuzluğun, kadir kıymet bilmezliğin, insan yiyen canavarların, erdemsizliğin böylesine bollaştığı bir kötü zamanda "iyilik" diyerek, "eşitlik" diyerek, "paylaşmak" diyerek, "kine hayır" diyerek, "bozuk düzene kafa tutarak" yola çıkmak, bir yiğitlik ve dürüstlük göstergesidir elbette.
Çıktığı yoldaki amaçları bunlar olan Bolulu, şiirinin ağırlıklı bir bölümünü taşlamaya ayırmış. İyi de etmiş. İlk şiirlerinden, son şiirlerine yürüdüğü yolda, taşlamadan sıyrılamamıştır. Hatta düzyazılarında da eleştirisinin dozunda yergi ve taşlama edası, daima duyumsanır. Ben onun yergi biçemine iki açıdan bakmak gerektiğine inanıyorum:
Birincisi, yerginin apaçık, en ağır, adeta şamar gibi, acı ve öfke dolu olarak, hatta şiddetli bir boşalım gibi kullanıldığı şiirler. Örneğin:
“Sen bana hiç gözüyle bakarsan
Elbet karşında bir hiç görürsün
Kendini aynalara sokarsan
Resmi çekilmiş bir piç görürsün," (106.s.) dörtlüğü, bence buna bir örnektir. Ayrıca:
“Habire beygir koşturur denizde
Şiddetinden nalçasını çıkarır
Böylesi yiğitler çoktur ülkemizde
Yellenirken kalçasını çıkarır" (104.s.) dörtlüğü ile:
“Anana küfretsem, o belli
Baban desem, hangisine
Bilmiyorum, nasıl sövmeli
Senin gibi yüz deliklisine” (1045) dörtlüğü, sözünü ettiğim söylemin örnekleridir.
Bolulu, bu tür şiirlerinde, bana kalırsa, bir "sövgü" boyutuna çıkarır yergisini. Sövgü boyutuna çıkarır ama, bu şiirler yine de "ayıplıkla malul " değildir. Bolulu, ayıpla sövgünün bıçak sırtı sınırını iyi bilir. Başka bir deyişle, bu şiirler “amiyanelik"ten uzaktır. Bir başka yazımda da söylediğim gibi (Abece, Ağustos 1992) taşlama yazmak kolay gibi görünse de, şiirin en zor alanlarından biridir. Her türlü dozun iyi dengelenmesi, bu arada şiirin "ihmal edilmemesi”, lirizmin altan alta sürmesi, sezinletilmesi, duyumsatılması gereklidir. Bunlar olmayınca
yazılanlar, alt alta getirilmiş düzyazı satırlarından başka bir şey olamaz. Bolulu bunun ayrımındadır. Bıçak sırtı dengeyi korumasını bilir.
Bolulu'nun yergi biçemindeki ikinci açıyı, "gizli yergi" diye adlandırmak istiyorum ben. Örneğin:
“Varlığını kaptırıp kör, sağır bir tutkuya
Daha ayakları ermeden durulmuş suya
Kısır döngülerde yalpalayan şu dünya
Düşlerimizin altında ezilmesin sonra” (107.s.) dörtlüğü ile "Taşın İyisi" adlı şu şiiri:
"Taş gediğinde ağır demişler / Ben anlamam / Taşın kötüsüne / Basılıp geçilir / Orta hallisi / Duvara yarar / Atınca taşın iyisini / Devireceksin herifin birisini" (102.s.) ikinci söylemin örnekleridir. Bu söylemin birçok örneğini "Güle Yolculuk“ta bulabilirsiniz.
Bu tür yergilerde bir ince alay yakalıyorum. Yani "Kör parmağım kör gözüne " tavrı yok. Sanki daha incelmiş ( rafine) bir duyumsatmanın yergileri bunlar. Bana kalırsa, birinci öbektekilerden daha etkili, daha ajite, daha tortu bırakıcı. Çünkü bir boşalım sağlamıyor okuyanda, tersine var olan birikimin üstüne bir şeyler daha ekliyor. İşlediği konuya ilişkin bilenmeyi çoğaltıyor.
Bolulu'nun kimi yergilerinde gülmece tadını yakalayamadım. Kara güldürüden esinlenerek, öylelerine ”karayergi " diyorum ben. Bolulu, bu tür söylemlerinde açık gülmece tavrını öne çıkarmadığı için, onlara karayergi demeyi yeğledim. Değişik bir anlatımla, onun yergilerindeki gülmeceye, beyinsel gülümseme diyebiliriz.
Bolulu'nun yergileri zamanın törpüsüne direnecek çalışmalardır. Ele aldığı konular yıllar sonra da toplumda yaşanacak konulardır: Kıskançlık, bölüşüm, barış, sevgi, yalnızlık, gurbet, işkence, umut, sömürü, rüşvet, adam kayırma, pişmanlık, hüzün, özgürlük, savaş, öfke, insan sevgisi, tutsaklık, yurt sevgisi, toplumsal adalet vb. konular, yeryüzünde insan var oldukça, var olacak konulardır. O konuları ele alırken, konuları şiire dökerken tam bir yergici tavrı içindedir; Şiirlerinde "katharsis" yok gibi; kendinizi şiirin büyüsüne kaptırıp gidemezsiniz pek. Dilin büyü yaratacağını anladığı an, hemen oraya epik öğe koyuverir, okurun büyülenmesini önler. Okurun dikkatini sürekli diri tutmak için yapar bunu. Dikkat sürekli diri kalırsa bilindiği gibi, okur söylenenlerin daha çok ayrımına varır, birtakım nüansları kaçırmaz, algılaması ve yorumu daha sağlıklı olur. Bir aşk şiirinde dilin müziğine, anlatımın güzelliğine kapılıp, yani büyülenip, yani çağrışımların ardına takılıp iç dünyanıza dönersiniz, yani şiirle bütünleşirsiniz. Bolulu'nun epik anlatımı içinde, yabancılaştırma efektlerine sık sık rastlarız. Efektler sayesinde , yergiyi beynimizle algılama gücümüz ve şansımız daha artar. İşte birkaç örnek:
BASÜ BADEL MEVT
"Bir kızılcık olurum / En erken açan çiçeğini /En geç veren yemişini / Dalları ince / Tanelerimde yansın / Ulaşımsız bir aşkın alevi /Arada bir indirsinler çarşıya / Yine arzular içimde / Yine unutulmuş / Mahzun / Beklerim bir köşesinde/ Manavınızın/ Şehre düşmüş köylü garipliğince " ( 110.s.)
Basü Badel Mevt adlı şiirdeki "dalları ince " ve "arada bir indirsinler çarşıya " dizelerini kaldırıp okuyun şiiri. Şiir su gibi akıp gider. Duygu akışına ve şiirin lirizmine kendinizi kaptırıp , şiirle bütünleşip, bir solukta son dizeye ulaşıverirsiniz. İşte su gibi akıp giderken " pat" diye bir dize "arada bir indirsinler çarşıya. " Orada takılıp kalırsınız. Ne demek şimdi bu? "Tanelerde yanan aşk aleviyle " çarşı pazarın ne ilgisi var diye sorular geçer içinizden. İşte ozanın istediği budur. Sorular sorulmaya başlayınca, duygusal akış durur ve beyinsel yaklaşım başlar. Evet, okurun şiirle bütünleşmesi kesiliverir. Bu dizenin, şiirin bütünüyle kurulmuş uzak ilintisini yakalar, okumayı sürdürürsünüz. Ama büyü bitmiş ve anlatılan aşkı daha iyi yakalamışsınızdır.
İşte “Akşamdan Sabaha":
“Her akşam iki mandalla /inciklerinden asarım pantolonumu /- Başıma ütü derdi çıkarmasın diye- / Anımsatır bana diktatörün sonunu / Ey genç gömlekleri hacamat ettiren / Emzirenleri yol yorgununa söktüren / Cambazın dazlığı, iri göbek / Senin bitimin de pantolonuma benzeyecek / Derneşimin aydınlığında sokaklar/ Elgin damgalarını yerken / Hiçbir nesneye gereksinimin düşmeyecek " (108.s.)
İki tire arasındaki dizeyi çıkarınca, bu şiirde duygusallığın tamamlanıverdiğini ve akışın düzeldiğini göreceksiniz. Ama o yabancılaştırma dizesi, daha başlangıçta sizin dikkatinizi dirileştiriverir. Yerginin dizelerini daha dikkatli okumanızı sağlar. Bu ustalıklı tavrı belirttikten sonra, şiirin son dizesine yakından bakmak istiyorum: Şiirde, şiir kadrosuna yeni ağdırılmış, yeni anlam yüklenmiş sözcükler var da, şu " Hiçbir nesneye gereksinimin düşmeyecek" dizesindeki "gereksinim düşmek" söylemini yadırgadım.. Bolulu'nun aşırı Türkçe tukusundan, şiirin sözcük kadrosunu değiştirme çabasından mı geliyor, böylesi söyleyişler?...
Bolulu, şiirinde de dil tutkusunu sürdürüyor, benim takıldığım noktaların dışında, şiiri, bu özelliğinden ötürü çabuk kavranan bir şiirdir. Sözü dolandırmadan, imgelere boğmadan, duru ve yalın biçimde kullanıyor, ne diyecekse açıkça diyor. Sözcüklerin sessel akrabası olan öteki sözcükleri ustalıkla yakalıyor, alliterasyonlarla, redif ve uyaklarla şiirsel müziği duyuruyor okuruna. Yergi yazacağım diye, şiiri, hiçbir zaman gözardı etmiyor yani. Zaten kendisi de yaşamöyküsünü anlatırken "Ama şiirde, sav'ımın sırıtmasından korkarım. Şiirin, salt şiir olduğunu bilirim.” diyor.
Dil konusu açılmışken, bir saptamamı daha belirtmek istiyorum:
Bolulu, yaşamöyküsünün "Arı Türkçe Tutkunu - Şiirimin Dili" adlı bölümünde (129.s) “….Dilimizi kurcalamaya çalışıyorum (....) Halk katındaki sözcükleri, inadına şiire sokuyorum, yeni sözcükler türetmeye, sözcüklere, sözlük anlamlarının ötesinde anlamlar yüklemeye çalışıyorum. Dilimizdeki her türlü sözcüğü şiire katmaktan sakınmıyorum. Burada , kimi sözcüklerin , şiirin estetiğinde eritilememesi tehlikesiyle karşılaşıyorum. Dille şiirin estetiği arasında zorlanıyorum. Benim şiirimi, bildiği sözcük kadrosundaki anlamlara göre okuyup geçenler, yadırgılık duyabilirler. " diyor. Kendisine yöneltilebilecek eleştirilere karşı, önceden "gardını" alıyor. Varsın alsın, ben bu konuda yine bir şeyler söylemek istiyorum: Dilimizin varsıllaşmasında ozanların, yazarların katkısı olduğunu biliyor, hatta bunun en büyük koşul olduğuna inanıyorum. Dilcilerin önerdikleri yeni sözcüklerin, kamuya malolmasında yazarların, ozanların rolünü yadsımak olası mı? Elbette değil. Dilbilimcilerin kurallarına uygun olarak türettikleri sözcükler, ozanlar, yazarlar olmasa, nasıl geçer halk diline? Elbette geçemez. Bu nedenle düşlerinde bile sözcüklerle sevişen Bolulu'nun Türkçe tutkusunu, dil kurcalama isteğini, yeni sözcükler türetme çabasını hayranlıkla karşılıyorum. Fakat bu çabaları kiminde çok abartılı buluyor ve abartıların şiirine çok şey katmadığını sanıyorum.
Özetlersem:
Bolulu'nun yergileri üzerine eğildim çoğuncası.
Bolulu, türettiği, halk katından şiire ağdırdığı, büyük olasılıkla kendisine hoş gelen, müzikli sözcükleri şiirine sokmakta sakınca görmüyor. Bu bir tavırdır, saygı duyulur. Yıllardır Türkçenin anlam ve kullanımı üzerinde incelemeleri yayımlanan Bolulu, şiirin bilinen sözcük kadrosunu zorlarken; yadırganacağından, yerellikle damgalanacağından, kimi okuru zorlayacağından korkmuyor. Bununla birlikte, Onun, Türkçenin boyutlarını genişletme tutkusuna aykırı düşebilecek sözcüklere de rastladım şiirinde: Eski alışkanlığından mıdır,
yenisini bulamadığından mı, alışılmış dil kadrosuna saygıyı koruduğundan mı?..
Son Söz:
Güle Yolculuk, Bolulu'nun yaşam senaryosu sanki... Acıların, hüzünlerin güllerini derlediği, öfkesini, beklentilerini, umutlarını, düşlerini, karılmışlıklarını, yaşam ve sevda acılarını okuruyla bölüşmek istediği bir yapıt. Onu tanımak isteyenlerin, onunla ilgili araştırma yapacakların ellerinin altında bulunması gereken bir çalışma.
Bolulu, yergi şiirinin, ülkemizde akla gelen ilk adlarından biridir. İnsanlarımızın eşitliği için, sömürünün her türlüsünün son bulması için ( "Kütüğümüze düşmez sömürgenliğin utancı" 13.s.) , yoksulun ezilmemesi için, özgürlüklerin hakça dağıtılması için, emekten yana bir düzen için, ezenin ödüllendirildiği bir düzenden kurtulmak için ; rüşvetin, yalanın, ikiyüzlülüğün, adam kayırmanın son bulması için; yangın yerlerinde mutluluk yeşertmek için; "Tümünün gözü aç, tümünde bir çanak / Bu çeşmeler, nasıl hakçasına akacak? " diyerek yola çıkan ve şiirinin özüne bunları oturtarak kalemini yergiye yontmuş bir şairdir. Yergi şiirinin, şairi kolayca tuzağa düşürecek kuruluğundan şiirini kurtarabilmiş, usta bir şairdir. Çağına bilinçle tanıklık eden, bu tanıklığını şiirleri ve yazılarıyla yarınlara aktaran, çağdaş bir beyin, kırk yıllık bir şiir emekçisidir. Doğru bildiği yolda, hiç ödün vermeden yürüyen, doğru bildiği için her şeyi göze alabilen, yiğit bir yürek, yiğit bir şairdir. Şiiri bilen, şiirle soluk alıp veren, yüreği sevgilere açık, amansız sevdaların fırtınalarında olgunlaşmış duygularını yapıtlarına aktarmayı beceren usta bir kalemdir.
O; sadık bir dost, gönül ehli bir insandır.
Yorumlar (0 )