Osman Bolulu - Dil Deneme Şiir

ADİL BOZKURT

 

1-

 

OSMAN BOLULU
        
Adil BOZKURT

Kimi bireysellikler vardır; ele avuca sığmaz. Aklınızı yormazlar da aklınıza getirdiğinizde bu kişilikler, hani denir ya hangi öndeliklerini ele almanız gerekeceğinde duraksarsınız. Giriş için denilecekleri; sonrasındaki diyeceklerinizi önceye/sonraya almada ikirciklenirsiniz.  Öte yandan da bakarsınız; işinizin bu evresinde bile o kişi hakkında yazacağınız yazının, yazı daha ortada bile yokken, yazılmamışken gönlünüzün aydınlandığını duyumsarsınız bir de. İşte bu türden bir değerleme yazısının başında olmanın tadındayım Osman Bolulu için bir yazı yazmanın öncesinde…

Osman Bolulu; Türkçenin arı duru düzeyde daha da varsıllaşmasının; Türkçe konuşmanın, Türkçe yazmanın tutkunudur. Yetmez; bilinçli ve de yöntemli savaşımcısıdır. Birikimli bir Türkçecidir en ilkin. Öz Türkçecilik O’nda içkindir; bireyselliğinin, düşünürlüğünün, yazarlığının ayrılmazı değil tümleyenidir. Bireydeki bu ölçekli bir olguyu azımsayamayız. Her benim diyenin, arı dil konusunda kendilerini öne çıkaranların yapabileceklerinden de değildir bu türden kararlılık. Çokçası sözde Türkçe yanlısı(!) olanlardan; otuz kırk yıl öncesinde Arapçanın ‘edebiyat’ını kaldırmış atmışlardı yazınsal, sözel kullanımlarından. Gün mü döndü devran mı değişti bilinmez bu kez de Türkçe ‘yazın’ demeyi bıraktılar, Arapçasına döndüler; Türkçeci olduklarını sandıra sandıra; hem de gözümüzün içine baka baka… En iyi tanıtım;  bir kişinin ne türden birey olduğunu belirlemek yerine o kişinin ne türden biri olmadığını açıklamaktır bize göre. Şimdi diyebilirim; Bolulu, Türkçeciliğin dönekçisi değildir. Türkçenin ulus kalmadaki yeri doldurulamaz değerinin bilenidir. Bu demek; eğitimci yazarımız ulusalcıdır.

Türkçeyi güzelliği ile sevdirmede, türetkenliği ile kazandırma ve de kullandırmada yetkedir. İncelenen örünün ayrıştıranlarını sezdirmede, buldurmada; öğrencinin bu alanlı yeteneğinin geliştirilmesinde örnek eğitimcidir. Türkçe derslerinin salt bilme erekli olmadığında bilinçli; resim gibi müzik gibi ‘yapabilme’ ile bunlara yaslandırılmış istendik davranışların kazandırılmasında ilkelidir. Ayrıca, bu konularda, öğretmenlerin yararlanacakları yazılı başvuru kaynakların da üretenidir.

Osman Bolulu; arı duru Türkçe yanlısı ve de dile dayalı alanda yetkin bir eğitimci olarak; gerek Türkçe öğretmenliği, gerek eğitim yöneticiliği ile Bakanlık mü-fetişliği görevlerindeki çalışmalarında eğitimbilimsel ilkelerin örnek düzeyde uygulayanı, ortam oluşturanı ve de denetleyip değerlendireni olmuştur.

Osman Bolulu için söz söylemede öne alacaklarımızdan bir başka boyutlu yanı da yazarlığıdır. Daha çok dizin, deneme, öykü türünde olmak üzere, bizim bildiğimiz on sekiz yapıtı vardır. Türkçenin, kendine özgülediği biçeminde, en akıcı ve de okunucu yazarlarındandır. Dili zorlamasızdır yazarın. Suyu akarında tutan bahçıvana benzer demeleri. Anadolu’da bir söz vardır: “Hey yılanı yılanı; tüyünce okşa yılanı.” Bolulu’nun yazmaları başındaki dil kullanımı arı dil bağlamında ‘tüyünce’dir, genel geçerler içinde ‘yolunca’dır. Ama karşısında olanlar; çağdışılıklar içinde kalan, düşünce çarpıklıkları öne çıkan ya da devrim karşıtı eylemliler iseler, bu özelliklerini görmezden gelmeye yakın olmaz;  tüyüne teleğine aldırmadan der diyeceğini. Gönül kırmamak gibi, ne olur ne olmaz gibi küçücük tepeciklerin duldasına düşürmez yazacaklarını.

Salt, yeri nedeniyle çok sıkıştırılmış bu yazımızın daha girişindeki tümcede bir halk deyimi var yukarda: “ele avuca sığmaz”lık. Bu türden belirlememizin de üstü örtülü kalmamalı: Osman Bolulu’nun yazarlığında da; toplumsal yaşamının evrelerinde de öne çıkar halkın demesiyle ele avuca sığmazlık… Anadolu’nun kıyıya yakın düşer bir içerlek ilçesine, Bolulu’nun yıllar önce okul müdürlüğü yaptığı bir ilçeye düşmüştü yolum. Yirmi, yirmi beş yıl önce ayrıldığı o ilçede; eğitim çevrelerinde de, halk içinde de gönül verenlikler ölçeğinde “ele avuca sığmaz”lıklarıyla anılıyordu Osman Bolulu, özlemle aranıyordu.

Saygıdeğer gönüldeşim Osman Bolulu’nun daha uzun yıllar nice özlü yapıtlar vermesini bekleriz.    

 

 

 

 

2- 

 

 


 

YAĞMUR SONRASI (*) DURULUĞU
ADİL BOZKURT

Söylem Dergisi S.39 Haziran 1998
 
 
Osman Bolulu ile Güldikeni Yayınevinde söyleşiyoruz. Konuşmasının bir yerinde, "Bilinen, alışılmış öykü türüne saygım var. Ama aynı biçemin, yöntemin dışına çıkılmasının anlatımı boyutlandıracağını da düşünüyorum." dedi. Yetinmedi, "düşünüyor" olmasının açıklamalarına girdi. Bolulu'nun Mart 1998'de yayımlanmış öyküler yapıtını okumayı, belki biraz bu nedenle öne aldım, okumaya koyuldum. Okuma bitti, alamadım kendimi, kimi öyküleri yeniden okudum.Yıllara varan tanışıklığımız nedeniyle,yazarın yaşam alanları da belleğimde hep durdu, okumalarım anında. Hiç mi hiç, o bildiklerimle okuduklarım arasında ilişki kurmaya yanaşmadım. Yorumlamacı kestirmecilikten uzak durdum. Okuduklarımın sanatsal birer metin oluşuydu beni çeken. Dil örgüsünde kendisini bulmuş öykülerin kurgusal iletisini duya tada sürdürdüm okumayı. Sonunda, güzel yazıların okuruna sunduğu sanatsal iletiyle gönendiğimin ayırdına vardım.

Ataç, roman üstüne düşünürken, yeni çağın yazarları, özgür üretebilmek için roman türünü buldular, der. Bu saptamanın salt romana yönelik olduğunu düşünmüyorum, konusu roman olduğu için, o yazısında öyle söylemiş olmalı. Öykünün de, dizinin (şiirin) de üreticileri, sanatsal kurgularında hep ve her zaman özgürlerdir diye düşünürüm. İşin böyle olduğunun hem ayırdındaydı Bolulu, hem üretim uygulaması boyutunda bilincindeydi. Öyküsünün birisinde "Herkes adına vurgundur da biraz." demişti öykünün kahramanı. "Oturup Bir Yazı Yaz-
mak" konulu yazımda, yazma eyleminin  doyumsal dip nedenlerine yönelmiş, kişinin yazmadaki yolbaşlarının yazma anınca nedenli olduğunu belirtmiştim. Yazarın, yazma sürecinde, kendisini sorumlu tutacağı bellilerle bağlaması, sanatçı benliğine gölge düşürür. Bolulu, öykülerini kurarken kuralların, bellilerin içinde devindirmemiş duyumlarını, duru Türkçeyle kurulan öykülerinde özgünlüğüyle birlikte  kendi biçemini yakalamış.
 
Yazarın, hiç mi hiç yazılma hakkı yoktur. Herkesin adına vurgun olduğu yerde, yazar benliğini yazıya taşıyamaz mı? Kimileri arkada gizler. Böyle olmayanlar da,  elinde mendil kolboyu savurduğu halayın başını çeker. Yazarın yazılma hakkını, kim alabilir elinden? Yazar, kendisini dilinin içine alamaz mı?.. Yazarın "yazıyor" olduğu zamanından önceki kişiliği, niye  kendisi olsun?.. "Yazıyor" olması anından önceki kişi zamanı ile uzamı ile alıp algılamasıyla başka bir kişi değil midir biraz? Aynı kişi olduğunu kim söyleyebilir, kanıtlayabilir, kim inanır böyle bir sava?.. Bolulu, öykülerinde bu biçeme yönelmiş. Hele anlatımında "Sen orada değil miydin? Ben görmedim seni!" (s.64) "Mayalandığın kırsalın benzeri yerlerde savruldun bir süre. Ancak yaz dinlencelerinde uğrayabiliyordun, o kendi kendine katlanmış toprağa, içinin çiçeği dışına domurmamış insanlara." (s.60) "Delibozuk birisiydin. Seni sevmişlerdi bir kere. İçlerindeki gizli isyanı dillendiren kökendeş saydıklarından mı, bu kadar sevgi sunmuşlardı sana..." (s.29) türündeki anlatışları, öykücülüğümüzde, ona ayrı bir yer açıyor. 

Halk ağzından derlenmiş, kaynak yapıtlardan taranarak sözlüğümüze alınmış kimi Türkçe sözcükleri, kaç yazarımız ozanımız diline buyur ediyor? Kimsenin umurunda değil, Türkçenin derinlerindeki sözcüklerle bilişmek. Osman Bolulu'nun öykülerinde sözlüğümüze girmiş, ama kimsenin yazımına girmemiş bir dolu Türkçe sözcük, yerli yerinde açıyor çiçeğini: "çözük, yolak, elleşme, doyunmuş, kanırmak, ansıdık, azatlamak, zorunluları, tutaç, eprimek, delirek, gönenç, yozutuk, karman çorman, benzeşik, domurtmak" vb.

Yazın Sözlüğümüzde bulunmayan nice Türkçe sözcük, Yağmur Sonrası'nı oluşturan öykülerde, ustalıkla kullanılmış. "Sendeki delirek at sevgisi nereden kaynaklanıyor, anımsıyor musun?" tümcesindeki "delirek" sözcüğü katılmış yazı dilimize. (s.32) "Kökendeş" sözcüğü de, "...içlerindeki gizli isyanı dillendiren kökendeş saydıklarından mı, sevgi sunmuşlardı sana?" tümcesinde canlanmış. Kerestebay" sözcüğü, kimimize gerekmez? İlkin Bolulu kurup sunmuş: "Düzenden aldığı payı göbeğinde domurtmuş kerestebayla senli benli konuştuğunu görünce, nasıl fır geri itmiştin..." (s.76)

Yazın yapıtları dille kurulur. Yazınsal yapıtın temel taşı sözcüklerdir, anlatımın yolbaşı dildir. Türkçe içinde kurulmamış olanı, ne yol alır, ne de sanatsallık savında bulunabilir. Osman Bolulu'nun yapıtı Türkçeyle kurulmuş. Osmanlıca'dan kalan ya da Batılıdan aktarılan sözcüklerin hiçbirisi yer almamış öykülerinde.

Bu yazıyı yazarken şunları düşündüm: Türkiye'de yazanlardan kimileri, Türkçeye özen gösteremedikleri halde, görsel/ yazınsal basının ünlendirmesinden elde ettikleri abartılı tanınmışlıkların, ürünlerinin doyuruculuğundan kaynaklandığını sanır. Bizlerin de öyle kabul etmemizi ister. Yanılıyorlar. Her kuşun kanadıyla uçması gibi, sanatsal ürünler de zamanı, kendi iç kuruluşlarıyla karşılayabilir. Yazınsal ürünün, zamana yenik düşmesi ya da düşmemesi, onun dil değeriyle oranlıdır. Bu gücün, hiç değişmez ön koşulu arı Türkçe kurulmalar, Türkçe dil mantığıyla söyleyiştir. Yoksa, bir sayfasında bile onlarca Batı kaynaklı sözcüğün at koşturduğu, Türkçe dil beğenisinden uzak yapıtlar, yedek kanatlar taksanız da, zamanın rüzgarına dayanamaz. Osmanlıca'da gerdan kıranlar ne kadar kalıcı olabildilerse, Batı dillerinden aktarılan sözcüklere tutunanların erimi de o kadar olacaktır.

Bolulu'nun öyküleri, arı duru Türkçenin tadını verdiği kadar, son yıllardaki dil kirlenmesine bir karşı duruştur: Yağmur Sonrası duruluğunda.




*YAĞMUR SONRASI: OSMAN BOLULU (Öykü, Mart 1998, Güldikeni Yayınları)






          
              

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )