AHMET ÖZER
AHMET ÖZER
AHMET ÖZER
Damar: 132.s. Mart 2002
Atatürk’ün kurduğu TDK (Türk Dil Kurumu)’nın 1982 yılındaki kurultayına, sevgili dostum Mehmet Yaşar Bilen’le, dinleyici olarak katılmıştık. 12 Eylül’ün bütün acımasızlığıyla egemen olduğu günlerde, söz konusu Kurum, kurtla kuzu öyküsünde olduğu gibi suyu bulandırma bahanesiyle yutulma aşamasındaydı. Kuruma yıllarını vermiş, dil, sanat-kültür alanında pek çok yapıt üretmiş saygın kişileri bir koşuşturma içinde uzaktan izlerken, düş görür gibiydik. Bu kişilerden kimileriyle tanışma olanağı bulmamız ise bizi sonsuz sevinçlere katıvermişti o gün.
İşte o sırada nasıl olmuşsa, birden pırıl pırıl bir cumhuriyet öğretmeni dikilivermişti önümüze. Bir zamanların seçkin eğitimcilerini simgeleyen bir görünümdeydi bu cumhuriyet öğretmeni. Giyimiyle, davranışıyla, konuşmasındaki ustalıkla...
Yaz gününün sıcaklığını içeri yansıtmayan serin salonda bir süre söyleştikten sonra, bir lokantaya gittik. Yaz güneşi bütün alevini yeryüzüne püskürtüyordu. Gittiğimiz yerin bahçesindeki masalardan birine oturduk. Yanı başımızdaki kimi ağaçların dalları üzerimize uzanır durumdaydı. Yeşil yapraklar rüzgârın elindeyken, biz de yaşadıklarımızın izini sürmeye başladık. Yemek, bir güzel söyleşinin coşkusuyla daha da tatlanmıştı.
Osman Bolulu’yla tanışmamız o gün oldu. Söyleşimiz Türkçenin kırlarından geçip üçümüzün yakından tanıdığı kişilere odaklandı. Bu söyleşide; dilimiz Türkçe, öğretmenlik, müfettişlik anıları, TÖS günleri ve 12 Eylül uygulamaları ayrıntılı olarak konuşuldu. Karşımızdaki insan 100 m. koşusunda taşıdığı bayrağı vereceği iki genci bulmanın coşkusu içindeydi.
Tam yirmi yıldır bu cumhuriyet öğretmeniyle başlangıçta değişik kentlerde, sonrasında Ankara’da olmanın kıvancını duydum. Trabzon’da değerli şairimiz Nabi Üçüncüoğlu’nun anısına koyduğumuz ödülde birincilik ödülünü aldığında, onu o toprakta konuk etmenin onurunu yaşamıştık. Türkçemizi iyi bilen, bu alanda pek çok yazı yazan, kitaplar yayımlayan bir yazar olarak kendisine bir söyleşi ortamı yaratmıştık. O ortamda yöremizde Türkçenin şövalyesi olarak bildiğimiz Rasim Şimşek’le onu aynı ortamda buluşturmak, bizler için hayli mutluluk verici bir durumdu. Bolulu, söyleşisinde dilimizin tarihsel konumu üzerine ayrıntılı bilgi vermiş, bu dili bekleyen tehlikelere dikkat çekmişti.
Osman Bolulu kendi kuşağından kimi kişiler gibi her türlü yoksunluğun ortasında hayata gözlerini açmasına karşın, cumhuriyetin aydınlanma devrimiyle biçimlenen Köy Enstitülerinde yakaladığı kimliğini, Gazi Eğitim Enstitüsü’nden süzerek eğitime önemli hizmetlerde bulunan bir öğretmen olabilmişti. Bu süreçte bütün yaşamını seve seve dile, Türkçeye vermesini de bilmişti. Birkaç kitap tutarındaki dil yazıları, dile özgü bilgilerini kimilerle paylaşmaktan çok, dilimizin saygınlığını koruyup onun toplumsal yaşamımızda olmazsa olmaz bir özellik taşıdığını vurgulamaya yönelikti.
Osman Bolulu, düşünceye ufuk açan, dilin önemini ve gerekliliğini anlatan yazılarının yanı sıra pek çok denemeye imza attı, öyküler yazdı. Anılarının yakıcı gerçekliğinde kuşaklar arası kavrayışın dünden-bugüne uzanan görünümünü zaman-mekân ilmekleriyle bir güzel oluşturdu. Bu yapıtlarına şiir çiçeklerinden balözü taşıdı. Yaşadığı an’ların, tanık olduğu toplumun, ihanete uğrayan insanıyla, ihanet edenin şiirini yazdı. İnsanın iç dünyasına bir aşkla sefer eyledi.
Bu özel sayıda onun söz konusu özelliklerini yansıtan yazılar okuyacağız. Deneme yazarlığını, Türkçeye verdiği emeği, en önemlisi de 50 yıllık yazarlık yaşamında şiirle yaşadığı coşkuyu, güle yaptığı yolculuğu anlatacak dostları olacaktır kuşkusuz.
Ben bunların dışında onu ele almak istiyorum. Onun eğitime verdiği emeği, çok boyutlu öğretmenliğini, öğretmenlere yaptığı kılavuzluğu, bir cumhuriyet aydını olarak taşıdığı görev sorumluluğunu yazmaya çalışacağım.
Bolulu’nun Amasya Taşova Tekke Köyü’nde, İkinci Dünya Savaşı koşullarında gördüğü ilköğrenimin ardından ulaştığı Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü, kimliğinde bir ufuk zenginliği oluşturur. Özellikle buradaki kimi öğretmenleri, ilerde onun bu seçkin mesleğin bir insanı olarak iyi yetişmesinde önemli rol oynarlar. Bolulu, burada gördüğü üretime dönük eğitim ışığında, ülkenin yazgısını değiştirmeye gönüllü insanlardan biri olarak ta o günden bugüne cumhuriyete olan borcunu ödemenin uzun koşusuna başlar.
Bir süre ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra cumhuriyeti çok yönlü besleyen bir eğitim kurumu olan Gazi Eğitim Enstitüsü’nde yeni ufuklara yelken açar. Gazi Eğitim Enstitüsü, Ladik Akpınar’daki kimliğine edebiyatçı sorumluluğu yükler: Diline, düşüncesine yeni alanlar bulmak, sözlerini çok yönlü yürürlüğe koymak, edindiği kültürle yurduna ve ulusuna bir aydın sorumluluğuyla arka çıkmanın yarışıdır bu.
40’lı, 50’li yıllarda köylere, kasabalara atanan yöneticiler, salt dört duvar arasında emrinde çalışan insanların sorunlarını çözmekle yükümlü değildi. Yönetici çok şeyi yeniden var kılmanın amansız yarışındaydı o yıllarda. Bolulu da atandığı okulun tavanını, tabanını, tuvaletini; dağdan kereste biçtirerek, kerpiç kararak 'adam etme’sini bilmişti. Okul bahçesine dikilen kavaklar vakti gelince satılacak, elde edilen gelirle okul yeniden yapılacaktı. İş bununla da bitmezdi doğal olarak. Zaman içinde belirlediği bir güzergâhtan köye su getirmek için varını yoğunu seferber edecek, başlangıçta ona karşı çıkanlar, o buradaki görevinden ayrıldıktan sonra onun görüşlerini onaylayacaklar, özlemini yerine getirmek zorunda kalacaklardı. Başlangıçta okula suyun getirilmesi ertelenmiş olsa da zaman içinde bu sorun çözüme ulaştırılacaktı.
Eğitim demek kitap demekti. Kitap ise kitaplıklarla yaşam bulacaktı. O da bu yolu izledi hep. Önce kitaplıklar kurdu, öğrencilerin el yazısıyla kompozisyon dergileri çıkarmasına ön ayak oldu.
Bolulu şimdi masallarda bile rastlanmayan bir konuyu yaşamın sıcak gündemi olarak yaşadı. Düşünün ki o yıllarda bir öğretmenin ilk görevi, okuldaki öğrencilerin bitleriyle savaşmaktı. DDT ilacı gazyağıyla harmanlanarak filite doldurulacak bu etkili ilaç, öğretmenin eliyle pek çok öğrenciyi sağlığa kavuşturacaktı. Sorunun okulda çözülmesi yetmeyecek, işlem köyün evlerinde de sürdürülecekti.
Kimi okullarda rastladığı problemli öğrencileri ise eğitimin dışına atmak sorunu çözmek değildi. O da bu gibi çocukları okul içinde değişik işlerde görevlendirerek yaşama kazandırmayı deneyecekti. Bu amaçla, Ping Pong takımı kurdurdu, bu öğrencilere voleybol, hentbol oynattı; berberlik yaptırdı, onları ayakkabı boyatmakla görevlendirdi, çay demlettirdi. Köy Enstitülerinde kazanılan iş içinde eğitim bilinci, yaşamın her alanında kendini gösterecekti.
Kimi öğrencilere ise barınacak bir mekân gerekliydi. O da bu amaçla bir pansiyon açtı. Kasabanın boş bir binası bu amaçla kullanıldı. Bu iş için hizmetlileri görevlendirdi. Marangozlardan, yorgancılardan yardım istendi, kısa bir zamanda seçkin bir mekân oluşturuldu. Kimi yoksul öğrencilerin parasız barınması sağlandı. O pansiyonda barınan öğrencilerin kimbilir kaçı yurdumuzun değişik yörelerinde kendisine verilen hizmeti başka alanlara dönüştürmenin yarışına girecekti.
Doğanhisar’dan Reşadiye’ye, Taşova’dan Suluova’ya yaptığı eğitim yolculukları Türkçenin kırlarını tanıttı ona. TODAİE (Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü)'de yönetim bilimi konusunda edindiği deneyimler ise yöneticilik bilincini alabildiğine geliştirecekti.
1965’te TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası)’ün kurucuları arasında yer aldı. TÖS gelmiş geçmiş öğretmen hareketinin en güçlü lokomotifiydi. Yurdun dört bir yanında boy veren TÖS, öğretmenlerin ekonomik-demokratik haklarının siyasal iktidar karşısındaki anıtı oldu. Bolulu, Ankara-Çankırı bölgesinin temsilcisi olarak bu örgütün dinamizmine güç kattı. Bu görevini etkin sürdürmesi, bağlı bulunduğu bakanlıkça açığa alınması için yeterli nedendi. Bolulu, 1965-1969 yıllarını ‘açık’ta geçirdi. Bu dönemde TÖYKO (Türkiye Öğretmenleri Yardımlaşma ve Tüketim Kooperatifi)’nun başkanlığını yaptı, kooperatifin yayıncılık damarını besledi.
1974-1975, 1977-1981 yılları arasında Bakanlık müfettişidir. Niğde, Manisa, Mardin, Gümüşhane illerinde orta dereceli öğretmenlerle kucaklaşmanın coşkusu içindedir.
Ya müfettişlik? Bolulu kimi müfettişler gibi bir öğretmenin sınıfına pat diye girmez. Öğretmen haberlidir kendisine kılavuz olacak kişinin derse girişinden. Teftiş bitince de en önde değil öğretmenin ardından sınıftan çıkmayı ilke edinmiştir. Öğrencinin bu noktada düşüncesine ufuk açılacaktır: “Bu müfettiş bizim öğretmene saygı duyuyor. Müfettişin saygı duyduğu bir öğretmen, bizim el üstünde tutmamız gereken değerdir kuşkusuz.” Ya öğretmen, kimi sözüm ona müfettişlerce öğrencinin huzurunda aşağılanmış olsa, o kişinin bu teftişin ardından sınıfta bir saygınlığı kalır mı?
Gidilen yerlerde eğitime, dile, Türkçeye önem veren müfettiş, bu alanda çaba gösteren kişilere, Ankara’ya dönüşte TDK (Türk Dil Kurumu)’ye başvurarak bolca kitap sağlayacaktır.
O yılların anıları da insanı sarsacak boyuttadır. Günlerden bir gün Niğde Atatürk Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni Nagihan Hocahanımın dersine girilir. Öğretmen dersin başında; sınıfında bir yetkilinin bulunmasından duyduğu heyecanın etkisiyle büyük panik yaşar. Dersin müfettişi Bolulu, durumu iyiden iyiye sezinler, o anda bir öğrenci gibi öğretmene parmak kaldırır, kendince bir özür uydurur: Bir arkadaşıyla randevusu olduğunu yeni anımsadığını belirtir, sınıftan çıkmak için izin ister. Oysa asıl amaç, öğretmeni öğrenci karşısında rahatlatmaktır. Bilinen bir gerçek, ‘eylem’ öğretmeni rahatlatmaya yetmiştir.
Kaç müfettiş, teftiş ettiği öğretmenlerce övgüyle anılmıştır? Kaç öğretmen, teftişinin ardından edindiği deneyimin kıvancıyla -seçkin bir kişi tanımanın mutluluğuyla- müfettişine mektup yazmıştır? Öğretmenlik mesleğine 35 yılını veren bir kişi olarak bu soruya istenilen yanıtı verecek birini tanımadım! Oysa Bolulu, meslek yaşamında teftiş ettiği 210 öğretmenin 100’ünden zaman içinde nice mektuplar almıştır. Mektup yazanların büyük bir kesimi, onun gittiği yörelerde anadilini sevdirdiği öğretmenlerdir. Bu mektuplar, bilgi ufku açılan meslektaşlarımızın seçkin düşünceleriyle örülüdür.
Öğretmenlik bir ‘meslek’ti bir zamanlar. Şimdi ekmek parası için sıradan bir ‘iş’ oldu. Öğretmenlerin ‘günü’ var ama ne yazık ki onları yetiştirecek bir kurum yok! Bolulu, bu mesleğin seçkin bir kişisi olarak yetiştirildi. 1947’de başladığı görevini 1981’e değin saygınlıkla sürdürdü. 20 yılı aşkındır bu mesleğin dışında; edebiyatla, dille, kültürel etkinliklerle donanmanın ve başkalarını donatmanın uzun koşusunu sürdürüyor.
Cumhuriyetin atılımlı yıllarının bir ürünü olan, toplumsal coşkunun doruğa çıktığı 10. yılı kutlayan on beş milyonun sesindeki heyecanı, dört yaşında izleme olanağı bulan bir çocuğun gördüğü eğitim, onu ilginçtir ki Türk halkına ve cumhuriyete borçlu bir yurttaş konumuna getirmiştir.
Her söyleşimizin sonunda, etkili bir sözü eker bilincimize: “Tüm çabam, bu yurda olan borcumu azaltmaktır.”
Bırakın borçtan söz etmeyi sevgili hocam, bu yurdun kuş uçmaz kervan geçmez yörelerinden, bin yılı uykuda geçen insanlar arasından bir aydınlanma savaşçısı olarak çıkıp onca insana verdiğiniz emeğin karşılığı nasıl ödenir hiç düşündünüz mü?
Yorumlar (0 )