DALLARIN UCUNDAKİ - KİTAP

DALLARIN UCUNDAKİ - KİTAP

VATAN

  
Bir çocuk tanırım öküz güden

Şimdi elleri mürekkep içinde:

aşk ışık verir gözünden

Uzaklarda vatan hizmetinde,

Millet kadar genç ve zinde. 


Bir doktor bilirim dağlar ötesinde

Onun ellerindedir vatan. 

Buğday tarlasında, zeytin küfesinde 

Köylü kızların mendillerindedir vatan.   

Vatan doyduğum yer derler: Yalan 

Çalıştığın, ömür verdiğin yerdir vatan.


Bir öğretmen bilirim, yaprak gibi bakışları 

Issız köylerde onunla beraberdir vatan. 

Vatandan bir parçadır fistanın nakışları 

Baharlardan haberdir vatan.


Albayrağa döner,dolaşır:

Kızlar gibi çapkın kıvrak. 

Tarlada Fatmayla ağlaşır 

Veya esenlikle gam dağıtarak.

 
Çocukların gözlerinde kuşlar gibi 

Benim genç alnımda sıcak-sıcak 

Yadellerde kucaklar garibi 

Anam olacak, bacım olacak 

Vatandır Zeynebin emzirdiği kucak-kucak

 

Eylül,1954 

(Yenikale: 7 Aralık 1954)       

 

 

 

UYANIŞ

 
Kemiğe dayanan bıçak kadar  

Gerçek bu.  

Geçiyor oğlum Osman.    

Islak rüzgarlar aldı saçlarını  

Bakışlarında dalların yeşili 

Kıvrak dalgaların göğsünde 

Akça-akça köpükler.    

Koştun pervasız:  

Yılların  Bir nisan yağmurunda erimiş.    

Burçlarda güneşin parıltıları  

Sen, bu sırrın tutkunu:  

Bir kelebekti tuttuğun. 

Koştun pervasız: 

Dalların 

Meyveyi mevsiminde verirmiş.                                  
 
Aralık,1953  

(Türk Sanatı, S.12)

 
   

 

HARMAN    
 

Ümidini üflemiş rüzgar

Sıvadı esmer kollarını

Savur Ali ağam savur 

Samanı göklere

Böyle eser ümidin rüzgarı   

Ve zaman böyle savurmuş yılları.

Bu yıl harman olmuş:

Sürüldü düvende  

Sarı öküzler döndü durdu

Günler gibi  

Düşünceler misali saplar kıymık-kıymık

Emeğini korutmazmış çeç 
Savur  Ali Ağam savur  

Kaderden böyle ferman olmuş

Ve zaman böyle savurmuş yılları.    

 

Mart,1951
(İstanbul, S.2)

 

 

 

 

BASÜBADELMEVT  
 

Bir kızılcık olurum:

En erken açan çiçeğini

En geç veren yemişini  

Dalları ince. 

Tanelerim yansın

Sebepsiz bir aşkın alevi

Arada bir indirsinler çarşıya. 

Yine arzular içimde:

Yine unutulmuş

Mahzun

Beklerim bir köşesinde

Manavımızın 

Şehre düşmüş köylü garipliğince. 

 

Eylül, 1953  

(Türk Sanatı, S.28) 

 

 

 

UZAKTA
 

 

Hani geceleri çoban ateşleri parlar ya   

 

Reşadiye’de işte onlar kadar ıraktayım ben   

 

Ellerim dallara uzanır semaya   

 

Dağ çeşmeleri gibi ıssız akarım   

 

                             Kendiliğinden 

 

 

Günler bir dişi tay mı ne?  

 

Koşuyorum- koşuyorum tutamıyorum.  

 

Buğday pişman bu taşa düştüğüne   

 

Dönüyorum- dönüyorum öğütemiyorum. 
 

Ananın oğuldan uzaklığı,   

 

Dikenli tarlalardan beri yoldaşım.   

 

Tek çarem, umut korum: Yıldız parlaklığı   

 

Anadolu'nun yellerinde esrik başım.      

 

Hele ki ilk gözağrım aynı yastıkta  

 

Haydi bulutlar derim bir ses "baba" deyince   

 

Biz beş kişi, rahatı şöhreti bıraktık ta   

 

Bir köydeyiz ahlat ağacı sessizliğince. 

 

 

4.10.1954 

(İstanbul Cilt:2 Sayı:1)   

 

Ocak-1955  

 

 

 

 

BAŞLAYAN
 
 

 

Karanlık dünyamıza düşer

 

Sabahların içinden. 

 

Öteye doğru koşar umut parlaklığından.   

 

Güzel olmasına güzel, dokunaklı 

 

Ciğere doğru sevgice 

 

Bu bir başka türlü, farklı  

 

Delice.  

 

Böceklerin sesinde kaynayan  

 

Alıp gittiği içimden. 

 

Olmaz ki yeni baştan  

 

Kuşlar geçer üstümden.  

 

Dalların ılıklığınca yalan 

 

Hey burkulmuş gençlik, delişmen 

 

Serptiğim arkandan 

 

Nisan yağmuru ışıl-ışıl kendiliğinden.
 

 

 

7.1.1955   
 

 

 

 

 

SABAH
 

 

Kuşların kanadında getirdiği 

 

Dağlarda kayan, büyüyen mavi: 

 

Lodosların çekip götürdüğü 

 

Bir dua ki, ufuklardan ufuklara: İlahi.  

 

 

Bitkiler insanlar uyanacak,

 

Başlayacak yine sonsuz koşu: 

 

Üzüntüyle - sevinçle yaşanacak

 

Günün başladığını söyler serçe kuşu.  

 

 

Uzanmışız her sabah Ademden beri

 

Kimimiz rahmet, kimimiz lokma diye.

 

Mahkumlar getirir dağ ötesinden, bu günleri

 

Adamışız gönlümüzü, güzele, iyiye.  

 

 

Gün ışığını bekler, anaların verdiği

 

Yavruların salladığı oyuncak 

 

Bolulu daha nice günlerin olacak 

 

Ümidini arzunun, sevginin ördüğü.  

 

 

Kasım-1953 

(Gurbet S.3 Temmuz,1954) 

 

 

 

 

BİLMECE  

 

 

Göklere vurmuş denizlerin mesut maviliği   

 

Bulutlarda denizin çalkantısı,   

 

Günümüzün içinde gece.      

 

İhtirastan bir zincir gerilmiştir  

 

Öteden öteye.  

 

Taşlar parçalanır taşlar   

 

Bilmece içinde bilmece.      

 

Saksıda kurumuş çiçekler gibi gülüşlerimiz   

 

Damlalardan bir nehirde   

 

Sırılsıklam olmuşuz   

 

Çırpınır dururuz beraberce.      

 

Gidiş-geliştir bu   

 

Sorma kardeşim sorma bana   

 

"Nasıl iştir bu?"     

 

 

Mayıs 1952   

 

(Türk Sanatı) 

 

 

 

 

 

ARIYORUM  

 

 

Deniz feneri gibi yanıp sönen 

 

Bir şey var 

 

Etrafımda dönen  

 

Seni arıyorum:  

 

Kararsız.

 

 

Uykusuz gecelerin çırpıntısı 

 

Düşüncelerde  

 

Bakışlarımda yeşermişsin 

 

Seni bekliyorum 

 

Sabırsız.    

 

 

Ümitle donan dallar gibi

 

Büyür-büyür içimde 

 

Tutamadığım,

İçimde bir üzüntü  

 

 

Üzüntü ama 

 

Zararsız.         
 


Nisan 1953

 

 

 

ÖTEDE   
 

 

Kafanda kainat manzumesi     

Yerinde değil koyduğun

Yalnızlık boyu devrilesi

Her gün duyduğun.

 

Bir türkü sığırtmaçtan tuttuğun

Karanlıklar, delilerin bestesi.

Aydınlıklara doğru -unuttuğun-

Kıvık penceresi.

 

Arzular içindesin Hasan

Kanatsız kuşlar gibi naçar

Duyarım acını ağlasan

Dağ başlarında vahşi güller açar. 

 

10. 8.1954

(Türk Sanatı: 29) 

 

 

 

MÜJDE   

-Hasan Latif’e-
 

Gökleri görmek için pencerelere koşarsın:

İlahi dualar çizilmiştir nurdan,

Büyük aydınlıklar içinde yaşarsın:

Neş’e tütüyor: Besteler buhurdan…

 

Ellerin nasır dudağında kahkaha:

Bu derya, bu gemiler senindir: Çiçekler.

Buğulu sabahlarda uzanmışsın Allah’a

Müjde, beyaz atlılar gelecekler.

 

Odanda mum sönmesin sabahlara dek:

Tohum filizlenir, nar çatlar: Hazdan.

“Bütün saadetlerin mümkün “ olduğu gerçek

Bir yolcu çıkabilir, karşıki boğazdan. 

 

5.11.1953

 

(Yenikale. S.5)   

 

 

 

 

 

 

ÜZÜNTÜ ŞİİRİ 
 
- Şahin Nuri Moğulkoç'a-

 

 

Dikenlere takılan koyun tüyleri gibi  
 
Yılların elinde tel-tel kalbim: 
 
Ben değilim bu tenin sahibi. 
 
Hafızamda dikendir birkaç resim.
 
Takatım kesik, arpa boyu yol gelmemişim 
 
Bağırmak istiyorum, çıkmıyor sesim.  
 
Duyuyorum kanatsız kuşların acılarını 
 
Hissediyorum otların çürüdüğünü
 
Çalan yok fakir kulübemin kapısı. 

 

 

 

27.9.1954 
(İstanbul, Çengelköy Postası Gazetesi)          

 

 

 

 

 

HUZUR 
 

Bir köprüye dökülmüşüz 

Bütün insanlar birer birer 

Dalmışız mavi suların aynasına 

Bulutlarla beraber 

Büyük maviliklere yürüyecek gibi.   

 

Huzur, menekşe renkli huzur 

Zamanın rakkasında vurur  

Aydınlıklar yol-yol fincanımızda

Geniş pencerelerden girecek gibi.
 

 

 

Huzur ki: 

Sigara külü düşecek değil.

Sükut ki:  

Düşünce tasavvur erişecek değil  

Durgun sularda büyüyen çiçek gibi.

     

Nisan 1954  (Gurbet S.5) 

 

Ekim 1954   

  

 

 

ÜMİT DÜNYASI
 

Yaşanıyor

Zeytin-ekmek, şehriye çorbası,

Olmasa da:

Kadın kaldırım sefası 

 

Zor değilmiş:

 

Parasız pulsuz kalması.

 

Ama olmuyor

Ümitsiz yaşaması.

 

Bu canına yandığım dünya

Ümit dünyası.                               

             

 

Ekim 1950 

 

(Nilüfer S.72) 

 

(Aralık 1951) 

 

 

 

 

BU ŞEHİRDE DENİZ  

 

 

Hergele meydanında insanlar

Ama bunlar liman amelesi değil

 

Etrafta ağır bir koku

 

Ama balık kokusu değil.

              Ben limanları düşünüyorum. 

 

 

Vitrinlerde boy verdi gölgem

İnsanlar geçiyor, insanlar

 

Ve martılar gibi kızlar

 

Hep bu şehirde yaşamakmış hissem

              Ben mor denizleri düşünüyorum. 

 

 

Gün düştü dağlara

Dalların eli gökte.

 

Mavi bir özlem bükülür bacalarda

 

Bir gemi demir alacak: Tetikte

              Ben ilk gurbete çıkanları düşünüyorum.

 

 

Beyaz perdesi köpük-köpük

Bir çift mavide dünya

 

Eller sallanır pencereden: İncecik, küçük

 

Değiverir sanki mavi suya

               Ben koyların gölgesini düşünüyorum. 
 

 

 

Bulutlar ki, kaptansız, dümensiz

Bir bayraktır çırpınan

 

Dalga-dalga hür gemsiz

Hürriyettir denizlerde çalkalanan               

 

Ben denizlerin büyüklüğünü

 

                Ve Kaptan-ı Derya Barbaros’umu

             Düşünüyorum.

 

 

Nisan 1953 

 

 

 

 

 

BE HEY DÜNYA
 

Her pencereden ayrı görünürsün

Güneşin: İyilikler, kötülükler üstüne

Mevsimler isteğince

 

Söyle düşündün mü bizi? 

 

 

Rüzgarın dallarda:

 

Meyveler inmiş toprağa

 

Şimdi bir garip yollarda.

 

Ve sonrası malum hikaye… 

 

 

Bir başka baharda çiçeklendik:

 

Dua eden ellerde yaşamanın tadı.

 

Ellerimizde nasır, alnımızda ter,

 

Tanrıya verdik gönlümüzü.  

 

 

Mart 1953

(Türk Sanatı S.18) 

 

 

 

İNSANOĞLU 
 

Yaşamaktır gözlerimizden fışkıran

İçimizdeki kurt

Yılları kemirir
 

Poyraz tutmuştur  öylesine

Mavnalar gibi

Sallanır dururuz.
 

Bir ilkbaharda gönlümüz

Kapılar açılır yazdan

Meyvesiz.

İçimizdeki kurt

Yılları kemirir.
 

Gün çekilmiştir mor dağlardan

Yaşamaktan gelir sevincimiz

Semada yıldızlar gibi

Pullanır dururuz.

 

Aralık 1952

(Türk Sanatı S.5)   

 

 

 

GAZİ TERBİYE'NİN PENCERESİNDEN  

 

Karşıda Ankara,

İşte şuracıkta demiryolu:

Öttürür trenler düdüğünü

Her saat.

 

Pencereden bakmak senin nasibin talebe,

Gelenin-gidenin olmaz

Mendil sallayamazsın

El seni anlamaz Osman’ım

Oturup ağlayamazsın.

 

Sen uzaklardasın N…..

 

Akasya dallarında kuşlar hür,

Boş kalan kafesler gibi

İçime hüzün dökülür.

Pencereden bakmak,

Senin nasibin talebe:

Atlayamazsın, işte şu pencereden

Atlayamazsın.

 

Nisan 1953    

 

 
 

 

 

TUTAMADIĞIM 
 

Bu ne ki, büyüyen ıssızlıkta

Kamışlar gibi dallar gibi?

Bulutlar ötesindedir bir ıslıkta

Kim ki, bekleyen sahibi?

 

Uzak dağların çiçeği

Garipliğince arzulu.

Bilinmez ki biteceği

Tutasın yolu.

 

Duy çürüyen otların acısını

Sessiz,  derinden, içten.

Sonra pırıltı aralar kapısını

Yeşeren sevinçten.

 

Tütünlerin yalnızlığından

Şaire ne ki?

Tutamadığım günlerin şafağından

Penceremdeki.

 

Ümit, arzunun annesi

Çocuğum gibi, karım gibi

Sabahlara sinen yaşama sevgisi:

Tasımı doldurduğum pınarım gibi.                                                    

 

6.1.1955 

 

 

 

 

BULUTLAR
 

Avare- avare dolaşan bulutlar.

Mesafelerden taşan bulutlar.
 

Sizin de olsaydı:

Ekmek derdiniz,

Su derdiniz:

 

Kah gamdan

Kah demden

Siz de türkü söylerdiniz.  

 

(Şubat 1952 Küçükasya S.2)

(Şubat 1954 İstanbul S.4) 

 
 

 

 

 

KENDİME DÖNÜŞ  

 

Sen toz pembe şafaklar içinde

Meyvesi olgunlaşmayan

Ümit ağacı,

Neyledin yıllarımı?

 

Bahçemde meyvenin tadı

Bulutlarda değil artık çengelim

Es be rüzgar es,

Salladın dallarımı.

 

Gözyaşımdı göklerden sağılan

Gönül dolusu sevda

Aynı yerde dönen çarklar

Bağladı sellerimi.

 

Pırıltılardı hasretim:

İnsan olmanın sevinci

 

Ölmez

Bir kudret ki kollarımda

Bükülmez.

İyiye, güzele

Adadım ellerimi.

 

Şubat 1953

(Türk Sanatı S.8) 

 

 

 

 

 

BAYRAKTAR DİRİLECEK   

- Kıbrıslı ırkdaşlarımıza- 
 

Mektupsuz bir güvercin uçar Girne’ den

Alevler içindedir Toroslar.

Şafağa doğru geceden

Sahilde birisi ağlar.

 

Canpulat yarı böler uykusunu

Hırsla parçalanacak kayalar.

Dinlesene dalların türküsünü:

Bayraktar, bayraktar, bayraktar.

 

Hasret ucundadır tığın

Al ister, yıldız ister ufuk.

İşte cengaverler yığın-yığın

Başlıyor Toroslardan aşağı yolculuk.

 

Yeter gayri dertlene-dertlene

Ayrılık bağrımı sıkar.

İnelim meydana döne-döne

Kıralım Bayraktar, Bayraktar.

 

Bahtın kara bağını çözeceğiz

Hürriyet taşıyacak rüzgar

Sana kol-kol yürüyeceğiz

Bayraktar, Bayraktar, Bayraktar.

 

Dudaklarda birliğin türküsü

Bahar esenliğinde çocuklar

Ay olacak, yıldız olacak burcun süsü

Dalgalanacak Bayraktar, Bayraktar.

 

Eylül 1954

(Kıbrıs Şiirleri Antolojisi)  

 

 

 

SONRA 
-Saadeti dünya malında bulanlara- 
 

Bir çırpınıştır başlayacak denizde

Çalkantısı derin

Görür bir ben olacağım içinizde

Denizleri yutan göklerin.

Göremeyeceksiniz.

 

Çiçekten kuşa akacağım

İmrenilen ( su) ca,

Bir şey tutacağım:

Uykuca

Bilemeyeceksiniz.

 

Rüzgarı size kalacak koşarsam

Hazinelerdesiniz.

Menzili tutarsam

Tepineceksiniz

Yetişemeyeceksiniz.

 

Eşyalarla kalacaksınız

Onlar başkasının.

İçinde donacaksınız;

Duygusuz olmanın

Dönemeyeceksiniz.

 

21.1.1955  

 

 

 

KÖROĞLU  

Bolu Bey'i, Köroğlu'nun babası Yusuf'u misli menendi olmayan bir at devşirmesi için salmış.Yusuf arık bir tayla dönegelmiş. Bey kızarak onun gözlerini oydurmuş. 

Memleketine dönen Yusuf, Fırat nehri üzerinde oğluyla beraber, Hak tarafından sularla yollanacak üç köpüğü beklermiş. Bu köpükler ona ilahi kudret verecek, gözleri açılacak, Bolu Bey'inden öç alacaktı. Köpükler geldiği vakit oğlu Ruşen Ali babasına haber vermeden kendisi içmiş. Bu köpüklerdeki kudret ona şairlik, yiğitlik ve hayat kaynağı olmuş. Oğlunun öcünü alacağına emin olan baba bahtiyarlıkla gözlerini kapamış.
-Köroğlu Efsanesinden- 
 

Yusuf  Bolu beyine at bulacak

Kanatlı  “kalkan döşlü “

Dünyada bir olacak

“Sağrısı ince, çekiç başlı. “

Devşirdiği tay Fırattan

Ne alımlı, ne çelimli.

Bolu beyi köpürür hiddetten

“Gözleri oyulmalı. “

Yaşlı ağaçlar gibi

Derinden bakar Yusuf’um.

Yırtıldı yaşamanın dibi

Aydınlık, aydınlık seni istiyorum.

Fırattan beklediğim üç akça köpük

Dallan kara kinim dallan

Beş vaktim Tanrıya dönük

Yollan üç akça köpük yollan.

Genişleyen hırsımla büyü Ruşen’im

Ali’m, gör üç akça köpüğün ettiğini

Açıl, açıl benim meydanım

Oynatam  “Beyin" beğenmediğini.

Günün aydınlığından

Üç akça köpüğün gelişi

Ruşen Ali’m içer habersiz, babadan

Miraslanmış kini, gam yemez kişi.

Köpüğün biri yiğitlik, bazulardan  iri.

Biri dillenen, koçaklanan hayat

Sarı telin düzeninde şiir, diğer

İşte koç yiğit Köroğlu: Kır-at, pusat…

Ruşen Ali'm dağların Köroğlu’su

Bolu beyinin yüreği efil-efil

Bu aslanların en zorlusu

Benzeri doğmuş değil.

Çıkıp karşı dağlara

Yaslanmalıdır hey, yaslanmalıdır.

Yiğit dediğin sığmaz çağlara

Telden tele hey, seslenmelidir.

Bir yel eser Çamlıbel’den

Dağ çeşmeleri gibi yürekten

Mazlumları serinleten.

 

Gayrı zalimin yumruğu ürkekten.

Hey Kasapbaşı, Kasapbaşı,

Bırak can Ayvaz'ı, dost Ayvaz’ı

Köroğlu dağların, Ayvaz Köroğlu'nun

Ayvaz yoldadır, üstünde terkinin.

Yiğit gönül bir aşkla budanmaz

Bey kardeşi telli, duvaklı döne.

Döner uslanır, Bey uslanmaz

Güzel dağa düşürülür, sevdiğine.

Dağdan dağa bir türküdür uslanmayan

Koçakçasına, kökrekçesine.

Halkımın dilinde islenmeyen

Rastlanmaz bir eşine. 

 

 

 

 

KÖY KADINLARI 

-Anama-
 

Şu ellerindir ekmeğimin sahibi

Dereli köyünden Ayşe kadın.

Ya sen  Emine’m,

Yedi köyün türkülerinde yaşadın.

 

Tütün tarlasına belenmiş türküler,

Hışırtılarla gelir.

Mısırlar arasından serinlik.

Cümlenizin göğsünde

Tomurcuklanır arzular

Kiminiz dul, kiminiz anne,

 

Kiminiz gelinlik

Bilir anızları çıplak ayaklarınız

Tarla okyanustur

Sen bir noktasın.

Günleri ekin demetlerinde

Bağlarsınız.

Bahtınız baht olmasın

Ne yerinir, ne ağlarsınız.

Gelinliği kırlangıçca kayıverir

Zaman içinden

Dokuzundan üçü sağ oğlanların

Kimi ayrı düşer sevdiğinden:

Ya anası ya yavuklusudur

Hasan’ların, Şahin’lerin, Osman’ların. 

 

Ocak 1954

Çengelköy Postası 

 

 

 

 

 

 

 

SABAHLAR İÇİN YAŞIYORUZ

“Hüseyin Gürbüz’e “
 

Uzun bir yoldasın şafakla beraber,

Eğilmişsin tohum attığın toprağa,

Dal uçlarında gülümseyen haber,

Ilık mevsimler getirmiş: Çiçeğe yaprağa.

 

Bir ses ki: Karanlıklarca mahzun

Bir ses ki: Şafaklarca pembe:

Bir sır gibidir içinde yolculuğumuzun.

Kimimizde gündüz, kimimizde gece.

 

Örüm-örüm sevgiden, arzudan

Ellerimizde iyilik, ellerimizde merhamet.

Belki de sıyrılmadın kara uykudan

İnsansın, evler ocaklar yıkarsın elbet.

 

Şafaklar için ektiğin, biçtiğin

Işıl-ışıl bakarsın pencerenin perdesine.

Issız geceler ürpererek beklediğin

Sabah kuşlarının, kulak ver sesine.                                                     

 

 

Aralık 1953  

 

 

 

 

GÜN OLUR Kİ:  

 

Dost, ahbap edinirsin

Kimini can bilirsin

Cömertlik çeşmesinde arınmış ellerin

Kimini sıkı sıkıya sardığın olur.

 

Kuşlarla uçabilirsin

Hele bir içine endişe girsin

Karlı dağların bahtıdır sendeki

Kara bulutlar yığın-yığın olur.

 

Kaygulardan uzak, hürsün

Hangi yel üfürürse üfürsün

En güzel emelleri

Rüzgarlara verdiğin olur.

 

Filizlenmemiş tohum

Meyvedir ellerinde çocuğum

Arzuların aydınlığında

Dal-dal derdiğin olur.

 

Ocak 1954

(Türk Sanatı S.24) 

 

 

 

AŞKA TUTULAN KAVAK AĞACI  

 

Sıra-sıra  hışıl-hışıl kavaklar

Kalekale yolu üstünde duraklar.

Bunlardan biri uzun mu uzun,

Uzun ama mahzun.

 

Ötekilerin vücudu ak

Onun ki kara

 

Boyuna bakar yollara

Belki bir beklediği var.

Yeşil-yeşil dalları kırık

Rüzgar ötekilerin yaprağında şarkı

Onunkinde hıçkırık

Belli ki, aşka tutulmuş kavak ağacı.

 

Aşk ne kadar acı

Sen de anladın mı kavak ağacı?                                                             

 

Ağustos 1950
(Kaynak S.51)  

 

 

 

 

ARZULAR

 

Arzuları kuşattım mevsimler

Arzularla uçmuşum iklimler

Arzulardan bir duvak gelinler

Dal uçlarında seken bahardayız.

 

Her şey bu kanat sesinde gülecek

Biten otlarla saadet gelecek

Arzular açıverir çiçek-çiçek

Arzular bizde, biz arzulardayız.

 

Koşunuz yavrular, koşunuz siz de

Bulutlar gibi refah üstünüzde

Arzular yeşerecek içinizde

Adaş, arzular nerde biz ordayız. 

 

Temmuz 1953 








YILLARIM  

-Ağabeyime-
 

Bulutum hudutlardan taşamadı.

Yılların getirdiği nisyan oldu.

Yolcular bu dağlardan aşamadı.

Köpürdü arzu, ümit: İsyan oldu.

 

Puslu bir sonbaharda yaprak gibi

Uçuyor arzularım şu rüzgara.

Sahile sürüklenen toprak gibi:

Karıştı ömrüm mavi dalgalara.

 

Yeşilim indi bir bir dallarımdan

Ümitler geri düştü ellerime.

Üşüdüm, üşüyorum yıllarımdan

Beyazlar konuvermiş tellerime.

                                                  

Ocak 1952

(Türk Sanatı S.9)  

 

 

 

YALNIZ SEN 
 

Her biri bir bucakta kalan

Kimi gerçekti, kimi yalan

Nice dostlara gönül verdim.
 

Hepsinden hepsinden güzeli

Narin, beyaz bir kadın eli

Vefayı yalnız onda gördüm.

 

İşten dönerim ki eşikte

Yatağım, soframız birlikte

Neş’em, hüznüm: onunla derdim.

 

Dal yeşili, göklerin nuru

Duyduğum erkeklik gururu

İçime sevinçleri serdim.

 

Her şey ama her şey gönlümce

Yaşadıkça böyle bilece

Sadece sana gönül verdim.

 

20. 9.1953 

 

 

 

KIZIMA: I 
 

Sevda rüzgarının getirdiği,  sen

Büyüyen, yeşeren çiçek

Güller açılır gülsen.

En güzel türküm ninnilerin olacak.

 

Sokaklara düşerim gün ağarır ağarmaz

Akşama dek kollarım yorulmadan.

Evimin, ocağımın ışığı olmaz:

Hastalansan, ağlasan.

 

Senin için çırpındığım gündüz-gece

Yumuk ellerindedir yarınım.

Çözüldü hayat denen bilmece

Artık ne üzgünüm ne yorgunum.     

 

Kasım1953   

 

 

 

KIZIMA: II  

 

Saadet için attığım tohum

Şafakların aydınlığından.

Ilık mevsimleri tutarsın ellerinde çocuğum

 

Yaşamaktır taşan çığlığından.

 

 

Bir zincir ki, halka-halka sevgiden

Sensin ananla benden sonraki,

Yaşamanın gönüllüsü bu nesil,  yeniden,

Her şey iyilik, güzellik uğruna unutma ki..

 

Kasım 1953  

 

 

 

ÖZLEM  

 

Martılar ki maviliklerde

Bulutlar küme-küme

Düşüncelerin ötesinde

Çift uçuşan güvercinlerin

                      Kanadında kalbim

 

Şimdi orda olmalıyım.

Gülümseyişin ürpertmeli beni

Belki de hastalanırım

“Canım “ diye

Dört dolanırsın baş ucumda.

Alnımda dolaşan ince ellerinden

Yayılmalı huzur,

Güneş seninle doğmalı

Yavrumuzun paytak adımlarında

Birleşmeli gözlerimiz.

Kestirme sokaklardan

Akşam

Kahvelere uğramadan

Dönmeliyim eve

Kapımı sen açmalısın, gülümseyerek

Öpmeliyim yavrumla ikinizi birden

Yorgunluk dışarıda kalsın eşikten.

Şimdi orda olmalıyım:

Ama neylersin

Duman-dumandır dağların başı

Ve körolası ekmek parası…

 

Nisan 1953

(İstanbul S.8) 

 

 

 

N…  

Akşam ufuklarınca serinlik

Sabahlarca bir hoşluk

Verir bana varlığın.

Kara somun baklava olur.

Birlikte yeyince.

 

Iraklar seninle yakın

Fincanımın tatlı falısın

Yollar mı teller mi

Aç açabildiğince.

 

Bahçemsin, ağacımsın, dalımsın.

Uzanıver yanıma

Ver ellerini

Bembeyaz ince.

 

Sen kim olmalısın?

Anadan kardeşten öte?

Yaşayıver böyle

Yüreğimin derinliğince.

 

Haziran  1953

(İstanbul S.10)           

 

 

 

 

KARIMA    

 

 

Hayat mı dedin karıcığım?

 

O seninle başlar. 

 

Adınla girer hikayeme 

 

İyimserlik.  
 

 

Sen yalnızlığımın çiçeğisin 

 

Aman rüzgar esme,

Kaderimin aynasında büyüsün  

 

Beraber yeşerdik. 
 

 

Sevimli küçük fidan: Andız 

 

Bana ( baba diyen ) kız  

 

Seninle geldi bahçeme  

 

Can verdik.
  

 

Bir anam bilir acımı, bir de sen  

 

Şefkat rüzgarıdır bakışlarında esen 

 

Aman üstümden çekme

 

Kalsın bu serinlik.  

 

15. 8. 1954 

 

 

 

 

PERVANEM   

 

 

Sen besmele gibi yolun başında,

 

Gündüz hayalimde, gece düşümde 

 

Nefes-nefes

Duyduğum sıcaklık.  

 

Sen dudağımda ateş, 

 

Etrafımdaki nur çemberi, 

 

Pembe dudaklım, kumral saçlım, 

 

Işıl-ışıl gözlüm

 

İki gözüm dünya sende  

 

Sen kollarımda taşıdığım saadet 

 

Aşımda tuzsun-bibersin,

 

Karanlık günlerimde: 

 

Ilık-ılık

Gülersin. 

 

 

Sen ocağımın bekçisi, 

 

Evimden tüten duman 

 

Damar-damar

Fışkıran aşk. 

 

 

Sen gözlerine bakıp titrediğim 

 

Anca beraber, canca beraber

 

İncecik kolları boynumda:

 

Tanrı gibi içime sinmiş kadın,

 

Bana ümit-ümit

 

Bakan karıcığım. 

 

 

Sen, N…..im, narin kızım, 

 

Üstümde titreyen muhabbet 

 

Dalga-dalga duyduğum

 

Ferahlık. 

 

 

Sen ışığım, pervanem 

 

Canım sevgilim, birtanem.

Tanrının hevenk-hevenk

 

Sunduğu eşsiz meyve. 

Saadeti yanında bulduğum,

 

 

Sen yavrumun annesi, 

 

Sabahlar üstüne serpilmiş 

 

Yaşamak sevgisi. 

 

 

Besmele gibi her yolun başındasın 

 

Gündüz hayalimde, gece düşümdesin.  

 

Kasım 1952

 
 
 
 

 

Etiketler: şiir

Yorumlar (0 )