GÜLE YOLCULUK - KİTAP
GÜLE YOLCULUK - KİTAP
Ne kadar namlu varsa
Kurşunlarını sökeceğim
Kalem yapacağım çocuklar
KARDEŞLİK yazacaksınız
Sıcak somun kadar
Tetik çekilmeyecek kinle
Acunu bir kırmızı şeftali gibi
Bölüşeceğiz
sizinle
__________________________I________________________________________________________________________________________
DELİREK (*)
Kaç külhandan arta kalmış kor
Her seher çiçeğe duran gözlerine
Cumartesi annelerinden yansıyor
Her akşam hüznü evrene yorgan
Cin tutmuş bir yürek
Alacakaranlıkta yola çıkmadan
Fırat'ın rüzgarlarına biniyor
Öfkesini kınına sokmadan
Hangi ormandan çalınmış rüzgâr
Kaç yitik kokuyor
Zulasında binlerce güzel
Nasıl bütün zamanlara ayaklı
Sevdasını seğirerek
Gövdesi düşlerine dar
Horlanmışların özleminde
Kaç bozkırdan sağdığı melâl
Ne zaman çıkmış gül işçiliğine
Gider gelir unutulmuşluğun misafirliğine
İçgüveysi düşmüş de yalnızların yüreğine
Gergefinde dokur, yitiklerin tözünü
Ters aynalarda bulamazken yüzünü
Sevdası sürünceme, düşü fişek
Sular kalleş, sular hızlı
Aydınlığı bodur
Bir çakımlık şimşek
Delirek
Delirek: Delimsi hali öfkesiyle daha da bilenmiş (kişiye ilişkin sıfat)
ACIDAN GÜL DAMITAN
Rüzgârgülü olmayan şairlere
Namlusunda kurşunduk, güzelliğe tetiksiz
Yüreğimiz sevgilerin hanı
Edimi, omcasından ateşledik biz
Elginliğin çıkrığında eğirdik bu canı
Kurbanlığı onur sayan koyun
Otağ kurarken otlağımıza
Adağıydık, direngen soyun
Teslimiyet lokması düşmedi kursağımıza
Kışırında esenliğe vurmuş ağaç gibi
Bürünmedik eğnimize yaşamı
Kazdıkça büyüse de nadanlığın dibi
Harmaniyemizdi, insanca acıların toplamı
Sürüp getirdik çentikli dağlardan
Kör duvarları yıka yıka
Gayrıyı kuşanmanın hüznünü
Acılarımızla yardık karanlığın önünü
Gömütümüzde bayraklaşır belki
Özgecilik anıtındaki acı
İkircik tutmaz doruğumuzdaki seki
Kütüğümüze düşmez sömürgenliğin utancı
Ellerimiz sadece gül tutmadı
İçimizde Spartaküs'ler boy attı
Simurg'un kanatlarına verdik yılları
Döşenip gittik yokuş yukarı
Soyadımız elgin, göbek adımız aykırı
İşçiliğine durduk kamusal birliğin
Silikliğin esintisi vurmaz alnımıza
ŞAİRLERDİR KALBİMİN KATİLİ
Kiraz dalında kız duvağı
Cümbüşlere düşürüp şafağı
İçimi depreme döken dizeleri
Aklımı çıvdırdı, söküldüğü odağı
Kiraz dalında kız duvağı
Her biri limansız hayta gemi
Kimi duygumu çalmış, kimi imgemi
Destursuz kapılara uzanır elleri
İplik iplik değişik çözerler beni
Her biri limansız hayta gemi
Nasıl da asiyim, nasıl da serseri
Sanmayın, kendi çıkrığımda eğirdim kendimi
Acıya süzgeç, hüzne koyak
Elgine bayraksa esrik başım
Hepsini şairlerden çalmışım
Nasıl da serseri, nasıl da asi
Çizgisiz doruklarında dalgalanacağım
Belli bir ülke değilse durağım
İsyan isyan yazıldıysa kütüğüme
Pişman değilim, Spartaküs'ler alayına düştüğüme
Doruklarında çizgisiz dalgalanacağım
Sevdiğimin üstünde oruçsuz gözleri
İyeliklerine geçirirler tüm güzellikleri
Gömümde talan, sözümde seyran
üstüme yönelmeleri
Düşlerimi söküyor temelinden
Kurtulamıyorum bu haramilerin elinden
Şairlerdir kalbimin katili
Sevdiğimin üstünde oruçsuz gözleri
ÇEKİP GİDER MİYDİN
Binlerce yüz
Dalından koparılmış yaprak gibi
Hüzünle savruk
Adresine düşmeseydi eğer
Çekip gider miydin
İlk sabahlardan süzülen ışık
Menevişlenerek gözünde kızların
Sonbahar cümbüşünde orman
Acılarla damıtık
Yolbağı olmasaydı uzakların
Çekip gider miydin
Karanlıklar boyu dokuduğun
Düşler çözülmeseydi iplik iplik
Pasını arıtmadan koyakların
Sapalara vurur muydu ayakların
Çekip gider miydin
Denizlere yaydığın sonsuzluk
Gökyüzünde harmanladığın mavi
Dikiş tutsaydı, az buçuk
Yalnızlığını kıstırıp koltuğuna
Çekip gider miydin
Kaydına geçirdiğin aşk gecelerini
Çeperinden ağdırmasaydı
Dünyayı gönderine çeken kız
Ardında bir çimdik umut bırakmadan
Çekip gider miydin
Dizelerine sarmaladığın giz
Kara kuyulardan çektiğin sürek
Talana düşürmeseydi döşünü
Gergefinde iplik, acılarında imbik
Haraç mezat diyerek
Çekip gider miydin
Albümüne geçmiş kadınların mürdümü
Delikanlı gücü, sımsıkı
Pencerenden eksilmeseydi
Özgünlüğünü ensene düşürüp, kökünden
Çekip gider miydin
Binlerce yüz
Dalından koparılmış yaprak gibi
Hüzünle savruk
Adresine düşmeseydi eğer
Çekip gider miydin
BAŞKENTE VURMUŞ BİRİ
Isırgan otlarının boy attığı ormanlar var ya
Oralardan gelmiş kocaman bir ağacım ben
Dallarına ayrıksı kuşları tünetmeyen
Bayrak direği olabilirdim, en doğrusundan
Arı kovanlarına kötek yaptılar, olsun
Hangi karabasanları delmedik biz
Bunca dürtüldüm de, hiç sızı yok gözümde
Başkente vurmuş yolum
Parklardaki pelitler kadar iriyim ve yabancı
Saçlarımı rüzgâr almış, alnımda
Yaralı aslan adımlarıyla geçerim caddelerden
Belki bir kavgada devrileceğim, hangi köşebaşında
Gözleri fırınlarca harlı
Dağ rüzgârları savrulurken, yumruklarında
Sokaklara dökülmüş insanların rüyası
Öteki, berikinin maskarası
Bakımlı kısraklar kadar esrik kadınlar
Saz benizli üniversite öğrencileri
Konfor avına çıkmış gecekondu kızları/tay bacaklı
Sonra, o kalleş melon şapkalar
Sokak sokak, iğreti sularda akarken
Yabansılığıma çarpıp dönen içtenliksiz gözleri
Yürüdüğüm sokakta yürüyorlar
Konuştuğum dili söylüyorlar, sözüm ona
Ama resimlerimiz düşmüyor yan yana
Ağız çizgileri keskin
Omuzlarındaki ağırlık benden yana/birkaç ürkek adım
İçrek düştükçe bana
Gözlerimizde sessiz "Günaydın!"
Onlarla düşmüş defterlere kaydım
Akşamüstleri, Atatürk Bulvarından akmak yok mu
Bekârların kahrını çoğalttığı saatler
Serseri adımlarında caddenin, bir çalkantı
Sonra meyhanelere teğet geçmek
Ve açamamak, kadınlı karanfilleri
Yoksul kızların, burslu öğrencilerin yüreğinden
Şak diye, şak diye hançerliyorlar beni
Zafer arabaları gibi vakur kadınlar
Kaça katlarsa katlasın bu caddeleri
Adreslerini bulamadılar
Kavakyelindeki delikanlılar da öyle
Menderes ayaklı kızlar var ya
Saçları rüzgârlı, etekleri deniz
Hohlayıp hohlayıp burunlarını ısıtmak geçiyor içimden
Kanadıma düşseler, ana tavuk sıcaklığında
Yüreğim çekip gidiyor Kavaklıdere'ye
Başım Altındağ'dan aşağı, kulaçlıyor bozkırları
İflah olmaz bir salıncaktır kurulan, iblisine
Artık ben, ben değilim; acılar üfüren yelim
Uçların çarmıhında geriliyor, koca bedenim
Dağdan inip kentte vurulmuş
Yaralı aslan ayağında gezmek değildi erkeklik
Hep iyi düşlere zar atmak da kâr etmiyor
Sabahtan akşama kadar
Veresiye defterleri gibi dürülüyorum
Melon şapkaların kaypak havasından çekip elimi
Çıplak şarap kadehlerine vuruyorum meyhanelerde
Sözüm ona dostlar tünüyor üstüme, tüyleri pireli
Eyleme mendil sallayan yok içinde
Pasifini koruyor hepsi
Yüreğim ören, harabım
Zehir zıkkım oluyor şarabım
Yaralı parmağım oturuyor kadehime, sızılı
Başımı alıp Boğalı Dağlarına gidiyorum
Kadehimin içinde öküz güdüyorum
Bir çift çarığın özlemindeki günler tünüyor yüzüme
Aynalara bakmak, en büyük korkum artık
Dolmuş param varsa, huzurdayım
Yani, senin anlayacağın, bizim ordayım
Karımın gözlerindeki mutluluk çok sürmüyor
Duvarlar, tavanlar orospuluk ediyor geceleri
Çocuklarımın gözlerindeki çıra
böyle yanacak mı diyorum
Onlara ekmek almak için sattığım kitaplarım
Evet, yatılı öğrenciliğimde edindiğim kitaplar kapanıyor
Kelepçe biçimi ellerime
Başka bir inatla doğruluyorum, ertesi sabah
"Savaştığımca varım." diyorum
Yüreğimi parça parça edip
Yurdumun çilekeş insanlarına;
Mutsuz insanlarına serpiyorum penceremden
Daha bir erkeklik kuşanıyorum, yeniden
Büyük mezar taşlarına şapka çıkarmadan
Bütün nadanlıklara bir çizgi çekip
Ucuz postallarımla biniyorum, günün atına
Eski pardösüm, benim sıcaklığımdan daha cehennem
Ama çıkarıp cami avlusuna seremem
Düşüncemde hepsini soyup atıyorum
Üç günlük bebekler gibi masum,
Yeniyetmeliğine tırmanan delikanlılar kadar inanmış
Direncimin aydınlığında yürüyorum
BU TOPRAK
Necidir, o şairler
Köhneyi biçim kırarak yineleyen
Kimin şarkısındadır o aydınlar
Eski yargıların terazisinde
Uzgörüyü köstekleyen
Bu toprak Yunus'un toprağı;
Kış yaz açan
Öfkeye bal emzirip
Erdemi erişleyip arkaçlayan
Sevecenlik bohçasıdır burada insan
Bu toprak Pir Sultan'ındır;
Vurdukça düğümlenen
Kozasında yarına demlenen
Açılacak gül/üryan
Halkımındır bu toprak
Yayla yayla güzellerin zulasında
Emmim oğlu Karacaoğlan
Türkülerimizin ağdasında
Yürek yürek goncalanan
Hacı Bektaş'ındır bu toprak
Yazgımıza denk düşmese gerek
İshak Baba olmak
Sabır eğirir, erdem dokuruz
Bahta düşerse Bedrettin olacağımız
Töremize ağar mı hiç
zulme boyun eğmek
Dadaloğlu'nundur bu toprak;
Yanımızı yöremizi kuşatan
Milyon kimlikli solucan
Saltanat mı sürecek durmadan
Evrenseli fermanlayan
Nazım'ın toprağıdır bu toprak
İnsan soyuna inanan
Fikret'i kahreden körduman
Elbet silinecektir ufkumdan
"Nev'i beşer" oğulların
"Fikri hür, vicdanı hür" kızların
Dal budak
umut kozasıdır bu toprak
BÜYÜK ÖLÜ
Benimdir yerde yatan
Serilmişliği yurt düzeyini tutan
Koskocaman ölü bu
Sizlerden biri
Sizsiniz
Gözlerinde, kor ateş gözlerinde
En cıngılı yerinde
Acun omcalarının alazlama gülü
Bekleyin açacağı günü
Umutları bağlam bağlam derilmemiş
Gözleri, yalım gözleri
Kuluçkaya gerilmemiş
Mercimek ucu payı verilmemiş
Hasan, Ali, Ayşe, Fadiş
Bilin ki bu sizin adınız
Sizsiniz
Yabansıl bir aslan ölüsüyüm ben
Alınçlarında yarınları tutan
Gün kavuşumuna çevrenler yorgan
"Talkın" veremezsiniz ona
Haydi savulun ordan
Sanmayın, bu ölü dört kaşlı bir densizin
Sevgisi, özlemleri, küfrü ve sevabıyla
Bu ölü sizsiniz, sizin
Elbet olamazdı başka türlüsü
Çekilsin başımdan ağıt gürültüsü
Yüreği mutların gövel tarlası
Başı, gür saçlı başı, özgürlüklerin demetçesi
Ben değilim tamamı, evrendir hepsi
Başka biçimde yorumlamayınız
Sağucular ırak dursun başımdan
Doğmuşu, doğacağı güzelin satrancında
Gelecek döllü gelecekle çarpınız
HÜZÜNLERİ SOYUNMAK
Ey buruk hüzün
neden resimlerimin tıpkısı yüzün
Yağmur sonrası göklerinde dokunmaz mı
doğruları dölleyen sağanak
nereye
sabahlarımın ibrişim kuşlarını sağarak
Yumakladığın yalnızlık
düşlerimi eğirmeye yetmiyor artık
kaç güzelin meltemi fırtınaya dönüştü
tepemde bozkır acılarının gülüşü
Nerde alnımın ordusu
Hüznün anası solo
Tanrılarındır koşulsuz
Neden tanrı olacakmışım
tek'liğe yargılı
Biz bu güzellikleri
haramilerden aşırmadık
Nuh Nebiden kalma
kör bir çıkrık
ne kadar karanlık
eğirirse eğirsin
hüzün kuşanmadığını bilirsin
Hüzünleri
içimizin gurbetine bayrak yaptık
Müzmin dulların çoğalttığı yalnızlık
buruk
çöl geceleri kadar ılık
bir mutluluğu dokuyor
tık tık tık
Kara kalabalığın biçtiği don
yakarken bedenimi
hüzünleri soyundum eğnimden
Bağışladım sevinçlere kimliğimi
KİLOMETRE TAŞLARI
Sevgi;
İlk tanığım
Yürek saça saça dokunan
Dört gözle okunan
En genşik beşik
Hepimize yakışık
Umut;
Eski oynaşımdır
Ilık budu, -her gece- yatağımda
Kınalı topukları
Ön uzağımda
Düşünce;
Bilincimin çulhasında kirkit
Beynimin teknesinde hamur
Yoğur, bir daha yoğur
Eylemin öz babası olur
Deneyim;
Çatık kaşlı yoldaşım
Düşe kalka yiğit
Sabırdan damıtılmış
Acıların serüvenine eşit
Sabır;
Güllerini direncimdem alır
Yarına döllenmiyorsa eğer
Miskinler tekkesine
-öksüzlemesine-
Gelin gider
Sevgiyi terkimize sara sara
Umudu yakıp çıra çıra
Düşünceyi çekip gergeflere
Deneyimi yollarımıza öre öre
Direncimizde yarınları göre göre
Geliyor musunuz, o yere
GİDEN
Onun da bir tutam göğü vardı
Buğday tarlaları kadar esintili
Denizler umutlarına dardı
Alnında yaşamın en güzel gülü
Yaprak yaprak göğeren şarkısı
Hüzünlü akşamlar kadar içten
Uzak derelerin şırıltısı
Nasıl akarsa gönüllü
Öyle akıp giderdi kendiliğinden
Bir çimdik somunun savaşında
Senin gibi, benim gibi
Günleri çarkına koyar çevirirdi
Tuttuğuna insan olmanın mutunu verirdi
Olup olacağına uğradı
Gidenlere benzer
Kahpe vuruşlarla yayıldı toprağa
Türküsü kanatlarda gezer
Ne bir tutam umut
Ne bir çimdik somun
Gitti giden, gelmez bir daha
İLK DERSİMİZ ATATÜRK
Bir bayrak dalgalanır
Bozkırın ortasında, gür.
Oylum oylum kırlara ateş dökülür,
Kurt kuş, börtü böcek
Alevinde ısınır.
Güvercinlerin aklığında Cumhuriyet okulları
Akça akça güler dağa taşa,
Başında bir alev Atatürkçe
Büyür büyür
Yel üfürdükçe.
Sevgilerin, insanlığın durağı
Birliğin tutkalı
Mutlu geleceklere dal,
Sonsuzluğa dek bitmeyecek masal
Tarlalar içinde, bu akça pota
Onun resmi var duvarlarında.
Uzak köylerden, çorak köylerden
Yalap yalap gözleri,
Umudun beyazlığında defterler koltuğunda,
Mustafa Kemaller dizildiler önüme.
Bir duruşları var,
Yenilmedik güç katıyor gücüme.
İlk sabah "Günaydın" dedim
"Sağol" dediler, gürledi köşe bucak
Sınıflara döküldük ırmak coşkunluğunda,
Keman kaşlarında yarınların bestesi,
Benim ağzımdaydı; "iyiye, güzele" diyen sesi,
Öğrencilerim Atatürk soludular kucak kucak
Bir rüzgar esiyordu bozkıra,
İnsanlığın destanını söyleyen.
İlk dersimde:
- Evet yavrularım, başlangıç Atatürk dedim.
her sözcüğün üstünde dura dura.
RESİMLER
-1-
Tören atına biner gibi biner
imgelerin üstüne
gerçek kadar rahvan
kör kurşunla güneşi
düşürse de yeryüzüne
doğruyu yansıtır yine
-2-
Fetullah ne acı
çoğuncası ters biner ata
doğru sallamadığı için kırbacı
dımdızlak kalır ortada
sonra
-3-
Ördüğü ibrişim kuşak
Trabzon'un yeşil saçlarından
Bir türkü tutturmuştur
evrensele dolanarak
bütün güzellerin ağzından
ha bizi konuşiyi bu uşak
-4-
Hiç binmemiştir güvercin kanadına
Geçmemiştir kuyumcu kapısından
Kentte kamyon şoförü gibi sürer sözcükleri
demirci hantallığıyla döver tümceleri
çapaklı
Güzelduyu denizine özlemli
karaya çakılmış gemi
-5-
Ağzı Marks, Engels
ayakları Menderes
üstünde sosyalizm çardağı
altında kentsoylu kıpırdağı
İri gezer
düşünce yoksulluğundan
Hep başta gider
büyük öksürdüğünden
-6-
Araya sıkışmış duyarlıklardan
dokunmuş yaşam ipeği
öpersin geçmişi geleceği
kâh öyküdür, kâh roman
-7-
Duru göklerinden Yozgat'ın
çekip getirmiş insanın ezik tutkusunu
Evrenselde gergefliyor ulusunu
Sağrısında bir Şükrü
şiir denen atın
-8-
Yalnızlığa sarmalanmış hüznünü
coşkulara sebil ettiyse bir aşk tutkunu
ve nisan yağmuruyla duruluyorsa ufkunu
düşür gönlüne Atabaş'ın yüzünü
-9-
Uzak tepelerin ardındaki garibim
çevrenini aydınlatacak bit yıldızdı
benim bildiğim
Kıraçlarda kendiliğinden açan
kokusu iğvasız bir çiçekti
yüksek duruluğunda çimdiğim
-10-
Gitti geldi, dört kadın arasında
koyağını arayan su gibi
çiçeklenip boy verdi, dördüncünün nadasında
günebakanların ışığa duruşu gibi
yazının kolbaşı oldu, bizim deli oğlan
öyküye, şiire domuruyor durmadan
-11-
O bir deli rüzgar
bütün bahçeler bekler esintisini
Bir yürekte kümelenmiş esrik duygular
nasıl bir kadının yatağına sığar
Elinden tutup özgürlüklere bağışlar kendisini
-12-
Halksa denizlerin en coşkulusu
en güzeli
ayvasında ağlayan, narında gülen
bekleyip durmuş ince bir kızın hünerli ellerini
Çınlayıp geçen bir söz değil onunki
damardan bir türküdür, bizce söylenen
-13-
Yazdı olmadı, çizdi olmadı
Boşluğunda kendini aradı
umarsız
damarsız
Geçti aynaların karşısına
başkalarıdır diye pala salladı
sektirmeden
oldu mu sana bir eleştirmen
-14-
Helena'larında kimsesiz çiçek
Venüs çıplaklığında
Anadolu rüzgârlarına çizilmiş Bursa bürümcüğü
sayrı bir yürektir imgelerin kucağında
temmuzca sıcak, eylülce esintili
lirizmin alnınıza düşen öpücüğü
-15-
Türkçe'nin sütüdür ağzındaki gül
akıp gider gerçekliğinde gürültüsüz
dünyaya eklemli, bize özgül
yerli bilinçtir, ele güne öyküsüz
Mustafa Kemal'i
Onun bahçesinde sevmeli
____________________II______________________________________________________
YILDIZ YOKSULU
Gurbet hanlarına
nasıl çökerse
dersini ezberlemiş sıla türküsü
ordugâhıyla
öyle kolan vurur
hüzünlerin örgüsü
Eski teknelerle kol kola
lirik, levanten Pera gecelerinden
şıkır şıkır sonbahar
kapılarını bir bir aralar
yüzü geçmişte
özlemleri dörtnala
Kim eğirdi mağaralardan
ayaklarını yalayan ırmağı
umut düşmez payına ağlardan
çıplaklığında yalnızlığın örtüsü
NEREYE EKSİLEREK
İsyanlarını kundaklayarak
Nasıl düştün denizsiz iskeleye
Onlar mıydı mahmuzlayıp rüzgârı
Acının kuzluğunda konaklayan
Ve sen miydin
Dalları depreme düşürüp
Penceresinden gül yağan
Sokakları zamiriyle katlayan
Sabahları rakıyla ağartıp
Şarapla turunçlayan her akşamı
Mevsimleri sebil eden
Itırları duru düşlere kol atan
Hangi dağda gül açıyorsa şimdi
Çorağına sarkmadan
İki dizeyle karasını kazıdığın gece
Hiç düşmedi mi haritana
Dağlarda ateşlenen imece
Nasıl çekip gitti
Dinginliğin talana
Yüreğin nadasında solan çekirdek
Vura vura zamanın dehlizlerine
Nasıl indirdi seni kör kuyulara
Nereyesin nereye eksilerek
AKŞAMÜSTÜ
Kuyu çıkrığı belleğin
Sarıp duruyor
Derin günlerin resmini
Sevdiğine koşan kız eteği
Kiraz dalında mendil
Eski kasabalardan derlediğin hüzün
Atar seccadesini önüne
Kıyamına durursun
binlerce yüzün
Biner dinginliğine yalnızlık
Sağdıkların su tutmamış bakraçta
Akşamın şeftalisi garip
Huzur sarkaçta
Çekilen perdelere doğru
Tekilliğin yılkısı
Alkolün çağrısı buruk
Kitaplarda rengi gülün
Kolay değildir akşamlara yolculuk
Sıyırır harmanisini
Basar üzengisine
Ebedi hükümdar
hüzün
YAŞAMIN ARKA TARTISI
Ekin kıt düşerse değirmene
Sen suyunu sal yine
Bu çağıltı tanıklık edecek
Atını bağlamadığın kara dikene
Bir çift güvercin topuk
Önüne açmıyorsa yolculuk
Kaçamak bakışlar düştükçe aynasına
Tükenmez dallardaki soluk
Erirken gecenin tortusu
Pencerene sokulan gün ağartısı
Arıtır seni kalabalığın kirinden
Yaşamın arka tartısı
Yılkısını yozutmuş küheylan
Seyrek geçiyorsa ormanlarından
Doldurur tasını arada bir balkıyan
ŞAPKA
Şapkamı asıp girerdim içeri,
Tek bekleyenim oydu,
Başucumda geceleri
Kral muhafızları gibi dururdu
Geçirdim mi başıma
Çekip giderdim,
Vestiyerler çıktı karşıma
Akşam sabah borca girdim
Başımda baş istemiyordum;
Dün akşam şapkamı attım denize,
Artık saygı borcum yok
Hiçbirinize
SON DURAK TEKİN DEĞİL
Evrile evrile
Örülen çile
Dile düşerse mayıslarda
Hükümranlığıdır gülün
Haziran ve ekin
Yetkinlik tedirgin
Hüznünde ve esrikliğinde
Ürüne dönüşmüşlüğün
Suyu kesilmiş otlak
Nasıl kurutursa sazları
Duyarsızlıkta ortak
Öylesine
Leylasızlığa bürünmüşlüğün
Çağıltısını kesmişse sular
Kaydına geçenler "derkenar"
Gergefine düşen
Sesidir dürtüsüzlüğün
Bilincin tutanak dışı
Rüzgârın kırık dalı
Algının akışı böğette
Hazan mevsimidir gülün
Sormayın aşk tarihindeki sabıka kaydımı
Kaç ahlâk komiseri yorgun düşmüştür
Güzelduyu aynasında dokuyup aşkın görüntüsünü
Şiirde mühürlüyorum
İnsanın ışıkla yoğrulmuş örüntüsünü
__________________________III______________________________________________________________________________
GİZLİ KAÇAK
Sur dışındaki çiçeğe ağmış gözleri
Hepsi birer kaçak
Tekyön sokağında numaralı
Belediye kaydındaki yatak
Töre dışı suları emer dizeleri
Altın çembere çakılmış yılları
İbadetinin farzı dışarı, sünneti içeri
Yüzyılların geceye dökülmüşünden
Nasıl da çekip götürür, yokuş yukarı
Kapı açılmamış binlerce düş
Nasıl da büzülmüş, nasıl da sinik
Yorgun çınar dibinden sarmaşık özlemine
Yüreğinin nadasında saklı çekirdek
Akar gider, sevdasını seğirerek, üşümüş
AŞK ŞİİRİNE VAKİT YOK
Özleminde anısında mayalanır şarkısı
Aşk yaşanırken şiiri sonraya kalır
Harmanisini bekleme benden
Aşktır şimdi deltasında dokunan aşktır
Doğan güneşe
dur da resmini yapayım
diyebilir misin
Ne kameramanım, ne ressam
Daha mezun olmadım aşk okulundan
Sevda mahşerinde
Serenadı çıkmaz kalemimden
Sarmaş dolaş çınarla sarmaşığı
İşteş bırak
Mecrasında kendisini işleyen
AŞKLAR ÖLMEZ
Kırılan dalsa giden
Sürgünlere açılır kapı
Öpersin gülücüğünden
Sonsuza kadar mı yenisi
Çizgilerin ötesi doğurgan
Yerinde duramaz hiçbirisi
Aşklar ki devingenliğe gebe
omcasından
Tutkunun yeline kapılan giz
Başka erimlerde açar çiçeğini
Düşlerin döşeğinde değil miyiz
Gündemde tutarız güzelliğin geleceğini
Savaş, alışveriş, günlük dağdağa
Aşklara tuzak görünse de
Nasıl ulaşabilir o doruğa
Aşklar ölmez
dünya bin parçaya bölünse de
YİTİK
Bir gün dönüp gelirsen ıslak bahçelerden
Bir demet çiçekle
O tuzlu kumsaldayım ben
Eriyip kuruyan şekle
Bir gün dönüp gelirsen ıslak bahçelerden
Gözlerinde yaktığım bir tutam ateş
Yine dumanlarsa bacamı
Kırk iki mevsim üzre dolaş
Tutuşlar, bir ince gamı
Gözlerinde yaktığım bir tutam ateş
Sökün eden dizilere karışan turnalarla
Bir telek selam ilet bana
Yet beri, türküler çağıracağına
Sökün eden dizilerle karışan turnalarla
Artık vazgeçtim, bir baltaya sap olmaktan
Baltaların sapı kıvrılmış sapılmaktan
__________________________IV______________________________________________________________________________________
HELE Kİ DON KİŞOT ÖLMÜYOR
Ah bu susuz değirmen
Nasıl dönüyor kendiliğinden
Bu kadar ahmağın nefesinde
Kısırdöngülerde kenetlene kenetlene
Cümbür cemaat üşüşürler değirmene
Don Kişot öğütürler, geleneğin cenderesinde
Harıl harıl öğütse de değirmen
Birazını kurtarıyor Don Kişot, köşesinden
Kuru kalabalığın gaflet gecesinde
Kafalarında kangal kangal töreleri
Sürekli Don Kişot avına çıksa da birileri
Vuruldukça ölmüyor Don Kişot, hiçbirisinde
Bunca engel, bunca tasa
Aykırılık cihangiri Don Kişot olmasa
N'apardık, düzenin ketenperesinde
BİR İMPARATORLUK
Saraylar gördüm
O ne öyle Harem Dairesi
Yaylak
Sanki tekeye duracak oğlak
Macunların seğirtisinde
Dölü döşü katımlı
Otuzbeşinde "müteverrim"
Derken çöküp gitmiş bir hanedan
Ve sonra efendim
Haber salınmamış avam kolundan
KARABASANA VURMUŞ YURT YÜZEYİ
SUSKUYA KİLİTLEMİŞ DÜŞÜNCEYİ
Sağır duvarlar önünde kapanır,
Yolunu sürdüren tespihböceği,
Ekşi yememiş karnında saklanır
İkircilde döllenmemiş gerçeği
MEMEDİSTAN
Tek başına destan
Amma
Üst yanı kabristan
Memet'in iskân olup
Esamesinin okunmadığı yer : Memedistan
KAZAK ABDAL AĞZIYLA
-Aldattım diyenlere-
Elinde aracı eğri tutanın,
Yaptığı işlere hile katanın,
Yalanı doğru diyerek satanın,
Hem aklına hem fikrine...
Suya varıp boş testi getirenin,
Kirli minderlerde dik oturanın,
Haramdan verilmiş şu fitrenin,
Hem aklına hem fikrine...
Çürükle sağlamı değiştirenin,
Eğriyle doğruyu keşiştirenin,
Gerçeği kıyıdan geçiştirenin,
Hem aklına hem fikrine...
Eli ayağı yalandan yana'nın,
Anlamaz sanıp hakkıma banan'ın,
Biz dürüstleri aptal sananın
Hem aklına, hem fikrine
Sabrı kararı böyle taşıranın,
Sözümü küfre kavuşturanın,
Kazak Abdal ağzı konuşturanın,
Hem aklına, hem fikrine...
EKSİLDİKÇE BÜYÜYENLER
İçini boşaltarak kazdıkça
Boyut kazanıp genişler çukur
Hırsızlıkta rüşvette azdıkça
Kimileri, büyük adam olur.
DENK BOZULMASIN
Sallansın alışılmışın beşiği,
Aman, kimsenin uykusu kaçmasın.
Ne fincancıyı ürküt, ne eşeği,
Denk bozulup başına iş açmasın.
Herkese versinler mavi boncuğu,
Ne fingirdek müftü kızı darılsın,
Ne şunun bunun öylesi çocuğu,
Bu kirli yumaklar böyle sarılsın...
Tam saçına göre tarak vurasın,
Ne kel darılsın, ne samur incinsin.
Göbeğine göre şaplak vurasın,
Ne yaşlı küssün, ne taze gocunsun.
Eski çarkın, yalnız pası silinsin,
Eskisi gibi öğütsün ununu.
Kim dedi, torbanın dibi delinsin,
Karıştırmayın şununu bununu.
Bozmayın, bu alışılmış düzeni,
Evet evet'lerle sallansın başlar.
karıştırmayın kaynayan kazanı,
Böyle gelmiş, böyle gider; bu işler...
Sallansın alışılmışın beşiği,
Aman, kimsenin uykusu kaçmasın.
Ne fincancıyı ürküt, ne eşeği,
Denk bozulup başına iş açmasın.
HAK ÇESMESİ
Erzurum Kalesi
Kadın Hamamı Sokağında bir küçük çeşme
Doğal duruluğu içinde
Çeşmenin suyu öyle temiz öyle temiz
Şu kirli ayaklarınızı bir çekseniz
Boyuna akar durur Tanrının suyu
Hem eğriyi doyurur hem doğruyu
Bu çeşmeler temiz ve doğru akar
Elini çekiverse şu düzenbazlar
Dünyadaki tüm çeşmelerin başında
Her boydan insan: Şu yaşında, bu yaşında
Tümünün gözü aç, tümünde birer çanak
Bu çeşmeler, nasıl hakçasına akacak?
GİDİŞ
Terse döndü eski sürüler şimdi
Hıra toklu başta, birinci oldu
Zurnanın zırttığı yere gelindi
Usta yedekçiler nalıncı oldu
Yılkının başını çekiyor iğdiş
İşler tüm değişti; gidiş, o gidiş...
HAK
Sanki hamam kapısında tokmak,
Çalınır her saat, her an; tak, tak!..
Hiç haksız yok mudur şu dünyada?
Bütün insanlar bağrışır; hak, hak!..
DÜRÜSTLÜK
Sanma ki, bunlar tamamen sahtekâr
Kapılarına her gün yazıyorlar:
"Dikkat, içerde azılı köpek var!"
Dürüstlükleri, olacak o kadar.
ÖZGÜRLÜK
Küçücük bir köylü çocuğuyum,
Kır bekçisinin elleri indirmiş
Bana ilk sopayı;
Sığırlara bakmadım diye.
Severim özgürlüğü,
O günden beri.
SONRA
Varlığını kaptırıp kör, sağır bir tutkuya
Daha ayakları ermeden durulmuş suya
Kısırdöngülerde yalpalayan şu dünya,
Düşlerimizin altında ezilmesin sonra!..
AKŞAMDAN SABAHA
Her akşam iki mandalla
İnciklerinden asarım pantolonumu
-Başıma ütü derdi çıkarmasın diye-
Anımsatır bana, diktatörün sonunu
Ey genç gömlekleri hacamat ettiren,
Emzirenleri, yol yorgununa söktüren,
Cambazın dazlağı, iri göbek
Senin bitimin de pantolonuma benzeyecek
Derneşimin aydınlığında sokaklar,
Elgin damlaları yerken
Hiçbir nesneye gereksinimin düşmeyecek
DEĞİŞMEYEN
Güzel doğa, dişi doğa
Dal dal çiçek,
Pınar pınar su.
İnsanların içinde birer azgın boğa,
İnsan insana pusu.
Habil ile Kabil
Ölmüş değil.
KARA YORUM
Ey bulvarları süsleyen kızlar
ve güzel kadınlar
Kirizma edilmiş tarlalarca sıcak
ve yumuşak
Tümünüze bir tavsiyem olacak
Rüzgar, kıracak dalı varsa rüzgardır
Güzelliğiniz seviştiğinizce vardır
gerisi masal gibi resimlerde kalacak
ÜSTÜNE VARMAM
Öyle küşümlenme
Tasalanma afilim
Niye varayım senin üstüne
Kendimi boşluğa atacak kadar
akılsız değilim.
_________________________V_______________________________________________________________________________________
Beynimdeki kimlik
Seninle düşündüm ilk
elimden, ayağımdan yüce organım
evrensele uzanan yanım
TÜRKÇE
YÜREĞİMİZDEKİ BAĞ
Ömer Asım Aksoy'un anısına
Beynimdeki kimlik
seninle düşündüm ilk
elimden ayağımdan yüce organım
evrensele uzanan yanım
Türkçe
Aksoyumuzun duru çiçeği
ak dil
esenliğimsin efil efil
Çağlar ötesinden bugüne
damga basmışsın Türklüğüme
"Öğrencemiz Türkçe"
Ata öğüdü ana sütü
bilecenliğin kültü
yüreğimizdeki bağ
doruğunda kanatlandığım dağ
gönüllü tutsağınım
düşündükçe
Toprağım yerleşikliğim
tam
düşüncem dokusu sağlam
seni eğirip dokudukça
varım var sen soludukça
Sana adanmışların başında Aksoy
Al beni benden bana koy
Pınarında yuna yuna
gideceğiz bitmezin sonsuzluğuna
her birimiz Atatürkçe
DOĞA VE İNSAN
Doğa dal dal çiçek
pınar pınar su
insan insana pusu
Habil ile Kabil ölmüş değil (*)
* Habil ile Kabil: Adem babanın birbirini öldüren çocıkları
Bu şiir Erciyes dergisnde yayınlanmıştır.
Yorumlar (0 )