GÜNDEM DIŞI - KİTAP
GÜNDEM DIŞI - KİTAP
BU MEMLEKET
Hudutlarında “Mehmetlerim “ nöbet tutar,
Kalelerinde bayraklarım dalgalanır,
İçinde mutsuz insanlar kıvranır,
Bu memleket benim mi gardaş?
Ovaları var uçtan uca,
Banyodan çıkmış kadınlar gibi yatar,
Gerçek sahibini bulmamış topraklar;
Etiler gibi
sapanla tırmaladığımız,
Traktör gürültüsü duymamış tarlalar,
Bu memleket benim mi gardaş?
Yanardağlar saklı göğsünde
mavi petrolümden
Kesilmiş şahdamarımda kan,
Ellerin kanalından akıp gider,
Bana döner bin pahasıyla;
Onunla mesafeleri yutan tekerlekleri,
Benim ellerim becermemiş,
Bu memleket benim mi gardaş?
Başaklarında anamın - bacımın rüzgarı yok
İncirinin balına banmamışım,
Üzümünün bağında terlemişim,
Kuru ekmeğine katık yapmadan
Ellere yollamışım
Bu memleket benim mi gardaş?
İnsanlarım var,
yerin altında,
İnsanlarım var,
apartmanlara binmiş
Göğün yedi katında,
İnsanlarım var,
yalınayak,
evi sırtında
Bu memleket benim mi gardaş?
Varlıkları salkım salkım,
Hakçasına değil dağılım
Birinin servetinin sonu yok,
Ötekinin bacağında donu yok,
Bu memleket benim mi gardaş?
Kulla tanrının arasında binlerce kişi,
Üfürüp üfürüp tütsülemektir işi,
Kimi Paris havasında tiviste kalkar,
Kiminin bereler içinde vurulmuş başı,
Bu memleket benim mi gardaş?
Kadınlar gördüm,
ondördünde ninelenmiş,
Delikanlılar gördüm,
yeri yurdu pirelenmiş,
Adamlar gördüm,
bıçak kemiğe dayanmış,
Diplomalılar gördüm,
ateşleri tükenmiş,
Bu memleket benim mi gardaş?
Bayramlarımız var,
en kutsal inançlardan gelme;
Bayraklarla donanır çarşı-pazar
Çocukların ellerinde minicik bayraklar,
Al’ında bir ulusun savaşından inme kırmızılık,
Ak’ında umutlar burma-burma
Değil çocukların kucağını doldurası değil mutluluklar
Cennetler-cehennemler diyarı burası,
Bu memleket benim mi gardaş?
Bir Mustafa Kemal gelmiş geçmiş
Şimşekleriyle karanlığı yırtan,
Ondan sonrası toz-duman,
Ülkü atlarını alıp gitmiş, üç-beş kurnaz çoban,
Çanakkale’nin, Sakarya’nın yiğitleri,
Oy pazarında alınır-satılır olmuş
Üç aşağıdan-beş yukarıdan
Bu memleket benim mi gardaş?
Mustafa Kemal’i pazarlara çıkarmışız;
resmini satmışız,
büstünü satmışız.
Kalemimizi kana bulandırıp şiirler yazmışız,
On Kasımdan On Kasıma
Mustafa Kemal adına nutuklar atmışız,
Sonra
üçyüzaltmışbeş günün karanlığına gömülüp yatmışız,
Bu memleket benim mi gardaş?
Batı’ya koşmuşuz duvar,
Kuzey’e koşmuşuz keskin fırtınalar,
Doğu’da kırılmış ak tolgalar,
Güney’de kara çarşaflar
Boşunadır, boşuna emmioğlu,
bu bocalamalar,
Gelin,
Gelin be gardaşlar!
Sinop’tan Anamur’a,
Hakkari’den Uzunköprü'ye kadar,
Bir halay tutalım;
Bizden olsun,
İçten olsun
30 Ağustoslar kadar,
Bu memleket bizimdir gardaş !
GÜNDEM DIŞI
Gündem dışı sözler getirdim, alır mısınız?
Dağ kokuları sinmiş üstüne, erkekçe,
Beyler uyanır mısınız?
Kör kuyulara attım eski ruletlerinizi,
Kibritledim tüm ormanlarınızı,
Şunun şurasında bir avuç düşünce, sonuç olarak
Kendi ayaklarınızla tırısa kalkar mısınız?
Biliyorum;
"İtin biri" diyeceksiniz,
Sabah kahvaltısında
Havyar yerine beni yiyeceksiniz.
Engelli, köstebekli yörenize bir grayder geçiyorum
Zarınızı düzlükte atar mısınız?
Direkleriniz var ya; çoklu, saklambaçlı,
Hepsine birer balta, tutulmuş köşeler açık,
Yiğit yiğide elleşecek alanlara çıkar mısınız?
Haydi beyler, yüz yüze savaşa var mısınız?
İlk çağ göklerinde,
Bileğe bilek, yüreğe yürek?...
Aynalarınız vardı ya; camdan
Tekmeledim topunu.
Aynalar getirdim, kara topraktan,
Aynalar getirdim, en duru ırmaktan,
Oldu mu?
Haydi beyler, kişice
Haydi gözlerinizi kırpmadan bakar mısınız?
MEHMET ÇAVDAR İÇİN
"Günlüklerine 60 kuruş zam isteyen maden işçileri ile karşı güçler arasında çatışma çıktı. Mehmet Çavdar isimli işçi vuruldu "
( Gazeteler-1964)
Ulu ağaçlar gördüm devrilen
Dalları perişan, yaprakları savruk,
Senin kadar değil.
Senin devrilişin başka Mehmetim;
Özgürlük türküsü çalan tellerin kopuşu,
Bir serilişin var topraklara,
Vatansızların vatanını öpüşü gibi…
İki yaprak görsem dalında titreyen,
Yüreğindir sanırım, kurşunla delinen,
Artık en güzel yapraklara bile el süremem,
En koyu gölgeler de olsa serinleyemem,
Gölgeler bana haram.
Al karanfilleri söktüm attım saksıdan
Sen değil miydin, karanfiller gibi kızıl,
Karanfiller gibi taze,
Damar damar topraklara yayılan?
Bundan böyle çiçekler bana haram,
En güzeli de olsa koklamam.
Mehmet'im, Mehmet'im,
60 kuruşa kuşunlanan adam,
Mehmet'im, Mehmet'im.
Not: bu şiir KÖMÜR KOKAN ŞİİRLER. Hamit KALYONCU. s. 88 DE Yayımlanmıştır.
BEŞ LİRALIK SULTAN
Üçüncü sınıf aşevlerinde başlardı,
Cülus-u Sultan Osman
Tarihlere serilmemişti öyküsü,
Döner kalemlerle.
Bir şişe şaraptı bayrağı, iki buçuk liralık
Güm-güm mızıkalarla etekleri rüzgar,
Renklerin gebeliği Sultan Osman’a ayrık,
geyikli, çok duvarlı,
Cam kadehleri davulu,
şarap kırmızısından gül düzeyine,
Saçları en inançlı, en güvenli ordu,
Uçsuz sokaklara vurup gidiyordu,
iki buçuk liradan,
İki buçuk lira, iki buçuk lira daha,
sofrası mutantan,
El ovmalı sabahları, bel kırmalı akşamları
Sevmiyordu Sultan Osman..
BOZKIR AKŞAMLARINDA
Sizin düşleriniz kent uzağında,
Ben
Çoban ateşleri kesiminde, sancılıyım;
Dallarım ışık tarlasına uzanmış,
Yolum kesik.
Üveyikli şarkılarla büyür hüznümüz,
Ça-ça çalar sizin kentinizde,
Devedikenleri, bizim en güzel gülümüz,
Irak çeşmelerden, ayrı çeşmelerden dolar taslarımız,
Yine birdir söylediğimiz, çağırdığımız,
Aynı yörüngede başlarımız..
Akşamın ufuklarına çizerim,
Hülyalı resimlerinizi;
Masallarıma kahramansınız, tanımam birinizi.
Karanlığın ortasında bir kıvılcım bizimki,
Ama sizin akşamlarınız da ağrısız değil ki,
Kuşlar geçer, güneşin batışına yakın,
Ha size doğru, ha bize doğru.
Yitirmişiz sihirli boncuğumuzu
Sizin hüznünüz ışıklarda, sırıtkan,
Benimki, karanlıkların ortasında gömü..
Siz kentte olun, ben bozkırda olayım;
Başbaşayız, düğüm düğüm,
Akşamların içinde, sizinle yan yanayım.
Hüzündür,
Uzak, ışıklı akşamlarınızda gördüğüm.
Denize düşen bayraklara benzerim,
Siz ayrı, ben ayrı,
Bozkır akşamlarına gömülür giderim.
EVLERİMİZ
Tuna: 12 de buluşuruz seninle,
Şarap kadehlerinin ışığında,
Yüzyıllar ötesinden bir türküdür
Dilimizde kenetlenen:
Bir sen alır söylersin,
Bir ben alır söylerim
Ama elekçi Pasinlinin zurnasındaki taravet yok sözlerimizde.
Biliyorsun Ömfa, süngüler bekler ötemizde,
Sen akılcı yöntemden başlarsın,
Ben değişimlere el sallarım.
Bir tabak kaydırması demişler
Büyük sinilerde zıkkımlananlar,
Eski bir hikayedir be dost,
Otunu arar kurnaz davar.
Konya'dan da söylemiştim sana hikayesini,
Keçilere toslamıştı benim şerefli Beyim,
Ben de o keçilerden biriydim,
köylerden gelirdi yolum.
Aynı çoraptır giydiklerimiz,
Anlıyorsun ya oğlum!
Bırak şimdi Konya’sını
Tabak kaydırmışlar diyenin anasını..
Masalarda söylevle olmaz be aslanım,
Koca dağlara değmeli bir yanım
Ellerimi hohlamalıyım ağırdan,
Hey hey, yine de hey heeey!
Bir doğrulmalıyız yücelerin sekisine.
Senin ustan gelmeli, kolalı kravatlı mı ne?
Bardaklarımızda kına gibi bir şurup,
Bir söylev vermelisin, yüreğimin ortasına durup,
Ama bütün bunları atalım bir yana Ömfa!
Kurdun hikayesi belli,
Tabaklar gelecek peşimizden,
Ya da sonra keçiler..
İki elli kuruşla varılır, huzurun daniskasına:
Huzur tarlasında benimki Nero,
Seninkini bilmem, ama saygılar.
Sür be şoför amca, yetişmesin kirli kavgalar,
Geçelim, bir kucak memeyle yola çıkan kadınları.
Efendi gardaşım, 68/6 duracaksın,
Güle güle Ömfa dostum, torpidosuz limandan içeri,
Beni sorsan, 10/6 dayım, sövgülerden öte,
Bildikleri haltı işleyebilirler gayri,
Özgürüz ya, evlerimizin eşiğinden içeri.
Yaşasın bu dişiler,
Huzur gemilerinden daha ilginç.
Kanatları üstümüzde perde.
Ev olmalı, kadın olmalı be gardaşım,
Yiğidin yeşereceği yerde.
EŞİK
Küt ve ağır öykülerdesiniz
Ense şafağınızda gül, şak şakına
Sürüklemişler en kara, dökülmeseniz de..
Perişan silahlarınızda ak mendiller..
Urgan havasına söylenir türküleriniz;
Biliyorum, süreli katığınızdır bu,
Yılgın sularda dallarınız
Akar, akar da gidersiniz, sizsiz
Bir yücesiniz heykelce, siz değilsiniz.
Acunsal yüreklere tutmalıyım kulaklarınızı
Sivri taşlara uzanırken elleriniz;
İpi kırmışlığın açısınadır bu koşu
Bir eşiktesiniz; daha, daha dahasına..
UZAKLARDA BIRAKTIĞIM
Buğdaylar kadar sarı değil,
Bu kadınların saçları,
Tarlalar gibi kabarmaz,
Bu kadınların göğsü,
Pınarlarca duru değil,
Bu kadınların gözü.
Deli taylar nasıl sekerse,
Öyledir bu kadınların bulvarı,
Tümü bir araya gelse,
Dağ çiçeğine benzemez kokuları.
Senin bana kır ortasında verdiğin sevi:
Bıçağına bıçak, hançerine hançer,
Ballıbaba sapında çiçek,
O kadar güzel, o kadar iyi…
Köy türkülerince yalın,
Senin, o çocuksu halin,
Bulvarlarda arayıp bulamadığım
Ey tarlalarda bıraktığım, ana kadın!
Asma veriminde rüzgarlar
Eserdi senin gözlerinde,
Yok, yook bunların hiçbirinde.
Bulamıyorum, ince ellerinin kanadını,
Ey, bozkırların küçük kadını !
TEMEL DERT
Sizin bütün sıkıntınız,
Orta katınızdan geliyor;
Helaların duvarına ne yazmışsanız,
Bütün derdiniz, işte o!..
Yok uygarlıkmış,
Yok düzen biçimi,
-Sökmedikçe bu paslı ve kalın çiviyi-
Naaa!.. alırsınız..
1970 de yazdım ben bu şiiri,
Temel derdiniz bu değil mi?
KAÇMAK
Parabolleri öte, parabolleri yatık,
Namlusunda taze barut dumanı, gittiğinden
Bu yakalı yöreleri aşmak, uçkun,
Kaçmak, kaçmak, usa tekme vurmuşcasına.
Çoklu esintiler yapraklarda, yosunlarda kanat düşümü,
Çevreleri hançerlenmiş, gözleri tünemesiz,
Bütün kabukları kırıyorum, usun değdiği renklerce,
Tümünde bir son: aramasız ağlamaklı.
Çarkları bin çevrilmiş, değişik yörelere girilmiş
Gözlerinde en büyük fener, aydınlıksız,
Niçin deli tayların yüğrüğü gerçek dışına?
Bu, işte bu, yitirilmişlerin en keskin korktuğu.
Tutarlığı en eski, en sağlam perçinlerde,
Dikenli teller kadar gerçek.
Okunmamış daha, ak duvarlarında güleç çizgiler,
Aradığımız bir başkası olacak, yaşamasız ışıkların ırağında.
Gemiler var Kartacadan, Havaiden kopuk,
Esintileri çizgi aşımı gemiler.
Atbaşı bir koşudur, tek tek ve tüm,
Kaçmak, kaçmak, özlemi bölük yüzlerde gördüğüm.
AÇIK ZAR
Açık attık zarımızı,
Düşkünlere koymadık zorunumuzu,
Açık oynadık, açık oynadık ya
Dikine sözler belledi anamızı,
Eğilmediğimiz kapılarda kırıldı başımız,
Nereden bilecektik ki emmioğlu
Doğru büyüyen ağaca bağlarlar domuzu?
Dalımızı da kökümüzü de söküp götürdüler,
Orospu şarkılar söylemedik diye,
Bi güzel yüzümüze tükürdüler.
Sonra
Aynalarda kendi yüzlerini gördüler.
BİZANSLI DOSTLAR
Geceyle gündüz nasıl birleşirse
Eşekle at nasıl çiftleşirse
Arkamda yapışkan
Bir gölge gibi dolaşan
Bizans’ın kara üniformalı polisi,
Sözüm ona, dostların en iyisi
Öyle birleşiyorlar
Öyle çiftleşiyorlar
Azgın ve genç katırlar gibi
24 saat beynimin üstünde tepişiyorlar.
Kendisine bilmeden baba dediğim
Sevgilerin en yiğidini
Köpeğe kemik atar gibi önüne serdiğim
Gerçeği tükenmiş bir moruk
Kalemi şey göbeği gibi ikiye yarık
Karasinek sürüsünden örneklenmişcesine
Ucuz ücretle çiş ediyor
Beş kişiye bir kaşıktan sunduğum fakir aşıma.
Ayaklanıp matematik okumuş fok balığından
Göbeklenip yumrulaşmış eşek alığından
Emrü ferman olmakta üstümüze
Açık havada dolaşırken
Sanki güneş -O bütün iyiliklere kardeş-
Binbir kafes aralığından dökülmekte göğsümüze.
Bu zafer sizin Bizans’lı dostlarım
Yılanın sevmediği ot gibi
Burnumun dibinde bitmiş kokarca otlarım
Gözlerime
Çaresiz hayvan gözlerindeki
Anlamsızlık ve hüznü koydunuz
Siz Bizans’lı dostlarım siz
- Virgülü virgülüne eksiksiz-
Dünyanın bütün harmanlarındaki tırmıklarla
Bağrımda kalleşliğin kuyularını oydunuz.
Ve siz dostların tekkesi
Siz Domalikanya’da yılan hikayesi yazarken
Beyin ütüleme makinelerine methiyeler düzerken
Benim, itelenmiş benim
Savaş karabinalarından daha erkek gürlediğimi
Kuvvetlinin önünde it
Zayıfın ensesinde bit
Olanları peynir-ekmek gibi yediğimi
Nato mermer kafalarınızla anlamadınız.
Ve siz bütün Bizans’lı dostlar
Cinsi cibilliyeti yazılmadık
duyulmadık
Garip bir ağaçsınız ki:
Eşekcesine köküne kazma salladınız.
Bizanslılar beni Bizans'a
Yani size, yani çamura
Yani uzaklara yolladınız.
Artık birleşemeyiz.
TELLİ
Ali Beyinki, sazdan ince;
Derdini söyler, bir vurunca,
Yanar tutuşur, ince ince,
Ali Beyinki, adam teli.
Ayın başında, ay sonunda
Metelik yoktur cüzdanında,
Geçim tak demiş, öz canında…
Memurun teli, zam zam teli.
Vatandaş Ahmet, basık damda,
Meb’us Bey rahat apartmanda,
Kışları serde, yazın kumda,
Meb’us Beyinki, dam dam teli.
Ele almış dertli sazını,
Yağmurlarda yıkar yüzünü,
Huri görür, köylü kızını,
Aşıklarınki, zım zım teli.
Cümle alemin bir teli var.
Düşleri kadar öte, uzar.
Bu benim telim, bana zarar,
Bu benim telim ki, bam teli.
İSTERDİM Kİ
I-
İsterdim ki, gönlünde bir payım olsun,
Bakışlarının rüzgarı değsin üstüme,
Seninle oturulan masada yerim olsun,
Dudaklarından dökülseydi:
“Sevgilim “ gibi, “canım “ gibi bir-iki kelime.
Bekar odasının penceresindeki baş benim,
İsterdim ki, bu baştaki yangıyı bilesin.
Yağmurlu geceye dökülen yaş benim,
İsterdim ki, ıslanmışlığımı silesin.
Alnımın ortasına oturmuş bir çizgi,
Gözlerime vurur hüznün salkımı,
Ellerin değse alnıma, bil ki:
Ne çizgi kalırdı, ne hüzün,
Bir yiğitleşirdim, dağlara vermiş gibi arkamı.
II-
Ankara’ya yağmur yağıyordu,
Başımı alıp sokaklara vurdum,
İsterdim ki, bu yağmur sen olasın:
İliklerime dek işlesen, ısıtırdın beni.
Yürüdüm, yürüdüm delice,
Bulamadım sokaklarda gölgeni.
Garipler meyhanesi dedim en iyisi,
Ama kadehlerde gözlerini bulamıyordum:
Bir bir parçaladım kadehleri,
Zehir heykeli gibi yığıldım masalara.
İsterdim ki, bu kadehler elinden sunulsun,
İçkinin acısı dudağımda bal olsun.
Yağmur durmuştu
Ama sokaklar sarhoştu, sokaklar yalpalıyordu,
Çift geçenlerin gözlerinde kırmızı karanfiller,
Aşka doğru akan sel gibiydi caddeler,
İsterdim ki, seninle düzelteyim bu iğri yolları,
Bir çift buket gibi yan yana
Yürüyelim mutluluğa yukarı.
III-
Bu çatal böyle düşmesin elimden,
Lokmalar taş olmasın boğazıma,
Ben de güzel şeyler düşüneyim,
Bu bıçak kalksın ağzımdan,
İsterdim ki, ekmeğimi sen dilesin,
Ellerinle vereceğin bir tas suyun,
Ab-ı hayat olacağını bilesin.
Haberim yoktu odaların cehenneminden,
Yatakların dikenini bilmezdim,
Tavan üstüme abanmazdı benim,
Duvarların çerçevesinden boğulmazdım.
İsterdim ki, seninle aydınlansın odamın içi,
Pırpl pırıl sevdalı gözlerin gibi.
AÇIK PAZAR
Çıkar mı dediniz,
Para mı dediniz beyler?
O silah yaralamaz bizi.
Başka vuruşlarınıza bakalım:
Düşünce onurundan, inandan doğmuş,
Bıçağına bıçak, ana südü kadar hak.
Ben bir açık pazarım ki:
Bütün kozların bölüşüldüğü,
Her çamuru atana çeviren,
Doğduğuna doğacağına pişman olur,
Bu pazara yanlış giren.
Yorumlar (0 )