YURTTAŞ AHMET NECDET SEZER

YURTTAŞ AHMET NECDET SEZER

 

 

YURTTAŞ AHMET NECDET SEZER

 

“Yurt”; bir halkın üzerinde yaşadığı rastgele toprak parçası değil; işlenen, üstünde acıların sevinçlerin bölüşüldüğü, ulusal kültürün oluşturulduğu, ortak paydalarda buluşulan yerlektir (mekandır). Yurttaşlık; aynı toprakta yaşamaktan öte, duygu bölüşümünü, o toprağı bayındır, yaşanılır, esen kılmayı ve bu uğurda zorluklara birlikte koşulmayı gerektirir. Sen’de, özlediğimiz bu nitelikleri gördüğüm için,”yurttaş” diye başladım söze. “Sen” diye seslenmem, Atatürk’ün yerini, yeterlikle doldurduğunuz oruna (makama), saygıdeğer kişiliğinize saygısızlıktan değil, içimizden birine kavuşmuş olmanın özleminden. “Benim halkım, benim köylüm, benim işçim, benim memurum” söylemlerindeki gibi, salt sahiplenmek, kendi malı saymak anlamıyla kullanmıyorum, iyelik eklerini. ”Anam, babam, oğlum, kızım, yavrum” sözcüklerindeki sevecenlik, yakınlık (akrabalık) anlamlarıyla yoğunlaşmıştır, benim iyelik eklerimde. Hoş görünüz, bundan ötürü, “siz” yerine “sen” diyeceğim Siz’e. 


“İçimizden biri” sayıyor Türkiye halkı Sen’i. Karmaşaya düşmüş dünyada, sorunların sarmalına yumaklanmış Türkiye’de, dorukta açan umut çiçeğimizsin. Kurtuluş Savaşı felsefesinin üstüne temellenmiş Cumhuriyetin güvencesi, çağcıllığa açılışın kılavuzu olarak görüyoruz Sen’i. Öyle bağrımıza bastık. Tutumunuz, ediminizle Atatürk’ün özlediği amaca ulaşmada umu kaynağı olarak yansıyorsunuz toplumun aynasına. Kısa süredeki uygulamalarınızla, Cumhuriyetçi, çağcıl özün yitmediğine örneksiniz. Umutları ufalanan Türkiye halkında, esenlikli gelecek düşünü, yeniden canlandırıyorsunuz. Bu halkın özlemlerini bilen, ortak paydalarını yakalayan Atatürk’ün ardına düşerek, nasıl ki dünyanın ilk kurtuluş savaşını vermiş, bir imparatorluğun küllerinden çağcıl bir devlet yaratmışsak, yeniden o özlemin, o umudun yörüngesine sokuyorsunuz bizi. Sağ olun! 
 

Bir ülke, dış güçlerin baskınına düşebilir, yakılıp yıkılabilir, maliyesi sıfıra inebilir. Ama insanında ulusal sağduyu canlıysa, önderine güveniyorsa; savaşır, saldırganı yurttan atar; çalışır ülkesini bayındır kılar; sabreder, ekonomisini düzeltebilir. Ulusal elbirliği yaratabilir böylesini. Nitekim, Mustafa Kemal’in  kılavuzluğuyla böyle bir tansığı (mucizeyi) gerçekleştirmiştik. 1919’un koşullarında, olmaz’ı olur yapan Türkiye halkının özündeki varlığın, ön açıcılığını bulduk Sen’de.  
 
Kırmızı ışıkta duruşun, sade yurttaş tavrın, tarafsızlığın; işportacı çığırtkanlığına alışmış olanlara yadırgı düşebilir. Ama biz halk olarak, Sen’de kendi içtenliğimizi, doğal davranışlarımızı gördükçe, Sen’i kendimiz sanıyor, esenleniyoruz. Laf kalabalığıyla televizyonlarımızı doldurmuyorsunuz akşamları. Yerinde, az öz konuşuyor, doğruları dillendiriyorsunuz. Kestirmeden konuşan halk, kendisini buluyor Sen’de. Hele o sade yurttaş duruşun yok mu, bayılıyoruz ona. Gözlerinde, yüzünde saklı anlatım; “Benden çok şey bekliyorsunuz, biliyorum ama…” diyor. İletini (mesajını) alıyoruz üzülme!  Bir televizyonda izledim: Yurttaşlarımızdan birisi, ”Cumhurbaşkanı, kırmızı ışıkta dururken, bunlara ne oluyor?..” diyordu. Sen’in, halktan birisi gibi yürüyüşünde, kendisine güvenin, yalınlığın yanında, belki biraz burukluk, yalnızlık duygusu seziyoruz. Biz Türkiye halkı, Mustafa Kemal’in ana kaynağıyız, güven gömüsüyüz. Açıktan dillendiremesek de algılarız doğruyu. Hele bir sağlam örgütlenirsek aşamayacağımız zorluk yoktur. Önderin iyisini seçikleriz, koşullarımız elverince yalnız değilsiniz. Gönlümüzün tahtında yeriniz var: Salt Çankaya’da değilsiniz, içimizdesiniz boylu boyunca. Hem de severek, güvenerek, bağlanarak. 
 
Kazanın içinde ne kaynadığına bakmayıp, kulpuyla uğraşanlardan değiliz. Onların şöyle böyle söz ve tutumları, ürkü vermesin Siz’e. Sen’de bir özlemin gerçekleştiğini görmüşsek, elbet yalnız bırakmayacağız. Ağzında demokrasi söylemi, kafasının arkasında padişah yatanlara yaklaşır gibi yaklaşmayacağız Sana. El ele, omuz omuza, gönül gönüle olacağız. Bunun  bilincindeyiz, kararlığındayız. Çünkü Sen bizim şansımızsın. 
 
Salt politik söylemleri önemseyen, ona göre yargı biçenler zorlayacak Seni’de, bizi de. Olsun! Değil mi ki, hukuku temel almışsın, ürkü, kuşku duymayacağız. Hukuk,  bir insanın yanında ötekinin varlığını kabulle başlar. İnsan olmak, ötekini de kabulden geçer anlayışını kavramışız, öteden beri. Şimdi, bu anlayışı, seninle aynı ağızdan dillendirmeye başlayışın esenliğindeyiz. Ama yolumuz uzun ve zor. Değil mi ki başladık; doğru atılmış ilk adımların, insanlığı, mutlu sonuca götürdüğüne tarih tanıktır. Tarih, Seni’de, bizi de utandırmayacak. Türk tarihi, öyle söylüyor. 
 
Hangi itiyle olursa olsun, Sen’i, bulunduğun oruna getirenlere teşekkür etmek zorundayım. O olguyu, tarihin hoş cilvesi sayıyor, sonucunu, ters olguda açan bir güzellik, bizim için kazanım olarak görüyorum. Özlü insanların diyet borcuna düşmeyeceklerini, ıralarının (karakterlerinin) gereğine göre davranacaklarını, doğrulardan ayrılmayacağını kanıtlayan kişiliğinize, sonsuz saygı duymamak olası mı?… İşte  buradan ulaşacağız evrensel değerlere.   
 
Zordasın biliyoruz. Sen’inleyiz. Sevgilerin katıksızıyla kucaklıyoruz Sen’i. Yıllardır yeşermesini beklediğimiz bir özlemin adısın Ahmet Necdet Sezer.   
 
 
 
 
 

NOT:  Bu yazıyı bitirdikten sonra, bir meslektaşımın çektiği faksta Sana “içimizden birisisin” dediğini okudum. Ona eşleklik etmiş olur muyum ikircimine düştüm. Ama o ki başka bir öğretmenin de aynı saptaması, beni güçlendirmez mi, ben halkın ortak duyarlığını dillendirmeye çalışmıyor muydum. Böylesi daha iyi dedim.      
 

--------------------------------------------------- Sonradan-------------------------------------------------------------------------

 

 

İkinci ve onur verici bir NOT:

21 Şubat 2003 günü saat 10 sıralarında çalan telefonumu “Günaydın’ diyerek açtım. Karşımdaki : “Sayın Osman Bolulu.”  Ben: “Benim efendim.”  “Ben Ahmet Necdet Sezer.” dedi o ses. Mutlandığım kadar da şaşırdım, aracısız beni arıyordu Cumhurbaşkanımız. İnsanlığın Solmaz Gülleri kitabımı aldığını, işlerinin yoğunluğu nedeniyle yanıt veremediğini söylüyordu Ne kadar sade, ne kadar içtendi sesi, zaten tutumu ve edimi de öyle ya… Daha ülkeye hizmet edecek yaşta iken, niçin 51 yaşında emekli olduğumu soruyordu. Ona meslek maceramı, başıma gelenleri anlatamazdım. Gerekli de değildi. “Yazarak yurduma hizmet etmeye, halkıma borcumu ödemeye çalışıyorum efendim.” diyerek telefon kulağımda mutfağa uçmuşum. Nermin Hanım, garip garip bakıyor, “Bizim adam değişti mi, efendimi bol sözlerle birine yağ mı yakıyor” gibisinden, ikircimli. “Sayın Sezer yanımda emekli öğretmen Nermin Bolulu var, o da size ve hanımefendiye saygılarını sunuyor.” deyince şaşırdı. Şaşırma dedim, bugünlerde, karanlığa sürüklenir gibi görünsek de  devletin başında  gerçek anlamıyla bir insan var, umudumu yitirmiyorum. “ dedim.

 

Sonra bu konuşma Cumhuriyet Gazetesine yansıdı.

 

 

Yorumlar (0 )