HARİTASIZ YÜZLER

HARİTASIZ YÜZLER

 
HARİTASIZ YÜZLER  

Kâğıt dendi mi yazı düşer aklınıza ya da kitap. Kitaplaşmış yazı; dilin işlenmişi, süzgeçlerden geçirilmişidir, damıtık sözdür: Düşüncenizi gıdıklar, algılama ve imgelemenizi dalgalandırır; beyninizi durgun gölün devinimsizliğinden kurtarır. Beyniniz miskin değil, üretkendir artık. Neleri yoklamaz, hangi gizleri delik deşik etmez ki öylesi bir beyin?… Gözünüze erim, kaslarınıza devinim getirir; ayağınıza yol gösterir, elinizi işe kaşındırır; düşlerinize kanat takar, dilinizi domurtur, çiçeklendirir o kıpır kıpır beyin. Yazacaksınız, gözünüzden, algınızdan içinizin defterine… İşte, o ak kâğıda! 
 

İnsan da yazılacak bir ak kâğıt, okunası bilgelik örgütü kitap değil mi? 
 

Gerçek insan sayısına dahil her yüzün derinliğinde ya anlatamamak sancısı ya da anlamak erinci yatmaz mı? Bunun dışa uç verişini sezinlemez miyiz?  O yüzlerden etkilenim/tepkilenim, dürtükler sizi. Önünüzde bir kâğıt peçete olsa yazacaksınız. İsterse kasap kâğıdı olsun, ona dökeceksiniz  duygularınızı, düşüncelerinizi. Sabun köpüğü gibi uçup  gitmesin. O da ne?… O apak gördüğünüz kâğıt kaygan mı kaygan, yağlı mı yağlı: Mürekkep tutmuyor, hiçbir şeyin izini geçiremiyorsunuz üstüne. Oysa siz onu görünce ne kadar sevinmiştiniz, nasıl umutlanmıştınız. Kaleminiz aracılığıyla dertleşecektiniz onunla. Düşlerinizi paylaşacak; beyinden beyine köprüler kuracaktınız. Düşünce üretimine girişecektiniz. Üretilen anlam ister üzünçlü ister sevinçli olsun, kuşaktan kuşağa eklenip gidecek, insanlığın belleğine yazılacak, geleceğe çıkarım gömüsü olacaktı. Yazık! Kaleminiz elinizde, diliniz kekeme, düşleriniz vurguna uğramış. Anladım ya da anlamadım dedikleriniz, pazarını bulamayacak malmış da, yükü sırtınızda kalakalmış. Ne indirebiliyorsunuz,  ne atabiliyor, ne de satabiliyorsunuz.
 

Üstünde bir yazı varsa okuyup algılanabilirim, yazısızsa ona yazarak anlam katkılayabilirim umusuyla yaklaştığınız, yazı tutmaz boş kâğıt: Bildiğiniz, endüstri işi kâğıtlardan değil, doğal yaratım: Nüfusta sayıyı çoğaltan yüzlerden birisi. Hiçbir sözü söylemi; kıvancı tasayı iyeliğine almamışından… Uzaktan fotoğrafını görseydiniz, belki de imrenecektiniz ona. Âşık bile olabilirdiniz, o, dış oranlı biçime, o insansı görüntüye.
 

Ne ki varsa; anlamaya, anlatmaya konudur diyebiliriz kolayından. İnsan anlama ve anlatmanın yaratıcısı, taşıyıcısı. Anlamı ala vere ötekini tanır, çoğalır insanlık. İç varsıllığı genişler,  birbiriyle elleşir kaynaşır. İşte o birleşimin gücüyle kendisini kuşatan çemberi kırar; özdeksel, tinsel genlik edinir de esen yaşar. Böylesi insanların yüzü dümdüz değildir: Bir coğrafyası vardır; deresi tepesi, doruğu, enginiyle; mevsimlerine göre çiçek açan, yaprak döken; üşüten ısıtan iklimiyle. O iklimin, görüntünün değişimleri, olumlu olumsuz anlamlarıyla insanın yüzüne yazılır, gözünde parlar söner, elinde ayağında devinim, kıvranım, tutukluk yaratır. Okursunuz: Bir anlam haritasıdır insan, özellikle de yüzü: Apaçık, kısık, saklanık biçimde, o  kişinin iç izini bulursunuz yüzünde. Yüzler anlamın topografyası, anlam alışverişinin pazarı… O topografyayı tanımadan, o pazardan alışveriş etmeden insan birbirini anlamlandıramaz. 
 

Öyle yüzler görüyorum ki yumurtadan yuvarlak; sekilenilecek bir kıyıcığı bile yok, ona konuk olamazsınız; anlamaktan ve anlatmaktan öylesine soyutlanmış ki üstünde ne bir sevinç kanat vuruyor, ne bir üzünç kıvranıyor. Donuk bir göl yüzü,  buzu yalınkat. Üstünde anlam arayışına çıksanız, buzu çatlayacak, soğuk derinliğinde yitip gideceksiniz. İç fırtınalarında çırpınan dalların yaprakları düşmemiş dibine, düşlem ateşinden bir yanık kalmamış köşesinde bucağında, öfkesinin dumanı ağmamış, şöyle uzak bir kıyıcığına; sevinç çiçeklerinin açtığına tanıklık yok yanında yöresinde. Çiçeğimsi görüntüleri, birer kaba ve ruhsuz yapım. Kırışıksız,  izsiz, yarasız  beresiz yüzleri. O inişsiz çıkışsız, inadına raspalanmış, sinek kaydısına cilalı yüzleri; düşüncenin ayak basmadığı, keşifsiz topraklara, haritası çıkarılmamış bir coğrafyaya benzetiyorum. Neresinde ne var, neresi gidilesi, ne yanı gelinesi? Yönü yönlemi, yolu yolağı belirtilmemiş. Düzlüğü var mı, bitkel mi, doruğuna çıksanız, başınızdan yorgunluğun tozunu alır mı, yeli? Ne bir anlam alabiliyorum o yüzlerden, ne de bir anlam aktarma olanağı var onlara. 
 

Anlamanın, anlatmanın izi düşmemiş yüzler üşütüyor beni. Karşılaştıkça merhaba bayan sayı, merhaba bay sayı diyesim geliyor.  İnsanlığa ayıp olur diye susup teğet geçiyorum.

 

 

(Çağdaş Türk Dili 182. s. Nisan 2003)
(Bizim Anadolu –Kanada 15 Haziran 2003)
(Ardıç Kuşu 78.s. Eylül 2005)
(Ağın)

 

 

Yorumlar (0 )