"SAHİBİNİN SESİ" MARKA YAZILAR

"SAHİBİNİN SESİ" MARKA YAZILAR

 

 
 
"SAHİBİNİN SESİ" MARKA YAZILAR

Ne çok müderris (Medrese öğretmeni, ders veren) var. Bilinenler, yinelenip yeğleniyor hep. Öncesinden çırpıştırılan notlar aktarılıyor. Kalemi eline alanın, ağzını açanın çoğu, bir kaval: Önden üfleneni, arkasından savuruyor ezgisiz. Üretimsiz, değişim, dönüşüm gerektirmeyen klişe sözler, düşünceler kapatmış yazını, söylemi. Medreseler nakli bilgileri aktarırdı, şimdilerde akli bilgiler aktarılıyor, tek ayrım bu.

Klişeleşmiş düşünce ve görüşlerin güdümüne alınmış kafaların çapı aynı. Devlet dayatıyor, polis barikat kuruyor, din yasaklıyor, ana baba öğütlüyor, öğretmen yönlendiriyor. Kitap, yazın, aynı düşüncenin, anlatımın yörüngesinden çıkamıyor. Anadilini, aynı söylem ve kullanımda evirip çeviriyoruz, boyutunu genişletip, arka alanlarını yoklayarak, yenilikleri, değişimleri, dolayısıyla yeni düşünüşü özlemiyoruz. Başka başka düşünceleri dillendirdiğimizi sansak da aynı kulvarın içinde akıp gidiyoruz. Değişik düşünce grupları sandığımız öbekler, aynı fanatikliği sürdürüyor. Tümünüm işleyiş mekanizması aynı. Aktarıcılığı, yönlendiriciliği temel alan buyurganlık, aynı sosyo-kültürel yapının içinde dönendiriyor bizi.

Yazmak, düşünce, görüş sunmak; salt durum saptamak, temel bilgileri yinelemek, yaşanılan çapraşıklıkları sergilemek, yakınıları dillerdirme eylemi değildir. Mevcut kavramların, önünü arkasını yoklayacaksınız, yeni kavramlar üreteceksiniz, mevcudun ötesini zorlayacaksınız, yeni düşünce alanları yaratacaksınız, önerilerinizi bunların üstüne kuracaksınız ki çözüm getiresiniz. Oradan, değişime, dönüşüme yol açasınız.

Yazanlara, konuşanlara bakınız: Tümü birer buyurgan öğretmen. Bellenmiş temel bilgileri yineleyip duruyorlar. O temel bilgileri kavrayamamış olana, zaten yeni ufuk açamazsınız. Çağrıştırıcı, değiştirici, ütopyaların ufkuna kanat açan söylemler nerde? Ezberlenmiş maddi kavramların çevresinde dönüp duruyorlar. Okura, dinleyiciye kendilerini yinelettiriyorlar. İnsanı soyutlamalardan geçiremezseniz, sorularla düşündüremezseniz, mevcudun ötesinin çiçeğini onun yüreğine ekemezseniz, beyninde özlemlerin ateşini yakamazsanız; bildiklerinizin, geleneklerinizin, göreneklerinizin harmanında döner durursunuz, ancak kendi kendinizi  sürer öğütürsünüz. Birbirinin benzeri toplumun içinde, birileri borazancıbaşıdır, çalar, ötekileri ona göre talime durur. Böylesi bir ulus, böylesi bir toplum, kendi odağından sıyrılıp çağdaşlığa eklemlenemez.

Yazanlarımızın, konuşanlarımızın başka bir huyu daha var: Her şeyi kendileri söyleyecek. Okura, dinleyiciye düşünme payı bırakmazlar. Beynini kuşatmaya alırlar. Sağlıklı bir yazının, konuşmanın, okura, dinleyiciye bir pay, bir alan bırakması gerekmez mi? Hangi yazarımız, sorularla düşündürmeyi yeğliyor, düşünceleri, görüşleri gıdıklayıcı sorulara yer veriyor, soyutlamalara tırmandırıyor yazısında, söyleminde? Buyurganlığın, tek kanallı söylemin altına düşen okur, dinleyici, birinin güdümüne kapılır, kendi özgürlük alanına uzanamaz, ötekinin eşleği olarak kalır. Böylesi bir ortamda, nasıl yeni düşünce üretilir, nasıl bireyselliğe tırmanılabilir? Çağdaş insan, farklı düşünüşe, farklı görüşlerle, ayrı alanları yoklayarak, açılımlara giderek kimliğini kurar. Kimliğinin bilincine varmış bireylerin oluşturduğu hoşgörülü yapı, uygarlığın omurgasıdır.

Bırakalım şu bir yerlerde adımız geçsin diye yazmayı, konuşmayı! Hele yazarlar, hiç öğretmenliğe soyunmamalı. Okuruna saygı duymalı, anlatısında ona düşünce üretecek, kendisini değiştirip dönüştürecek alanlar bırakmalı. Ancak değişik düşünüp, yeni alanlara uzanabildiğimiz ölçüde uygarlaşabilir, birbirimizle düşünce yaylalarında buluşarak özgürlüğümüzü bölüşebiliriz.

Ahmet Mithat'ın bilisiz topluma bir şeyler aktarma tutumu, yazın tarihimizin bir kilometre taşıdır sadece. Kerime Nadir'in okur kuşağı yaratma evresini çoktan aştık. Salt anlatıcı, aktarıcı, yineleyici, yeğleyici tutumumuzdan sıyrılalım. Romanımızda, öykümüzde, şiirimizde vb. okura düşünme, hayal etme alanı açalım, ileriye tırmanma özlemi yaratalım. Düşünen, sorgulayan okur, sadece kendisini değiştirip dönüştürmez, geliştirmez; yazarını da ileriye iter. İyi okur, iyi yazar yaratır. Kendimizi de, okurumuzu da kuşatmanın hiçbir getirisi olamaz.

Yazılarımız, "ben"den çok, "biz"e yönelik olmalı, yeni dünyaların kapısını aralamalıdır.
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )