KÜÇÜK POLİTİKACILARIN KISKACI

KÜÇÜK POLİTİKACILARIN KISKACI

 

   

 
KÜÇÜK POLİTİKACILARIN KISKACI

Politika, zaman ve mekan bakımından evrensellik ve süreklilik göstererek devlet işlerini yürütmektir. Ulusun örgenleşmiş biçimi olan devleti esenliğe kavuştururken insanı mutlu kılmaktır. Siyasal iktidar savaşımına dayanır. Ancak bu savaş, hukukun kuralları içinde sürer, çıkarların uzlaşmasında düğümlenir. Politikada siyasal erkin meşrulaştırılması ve buna itaat için maddi ve moral değerlerin yaratılması gereklidir. Toplumun alınan kararları kabul etmesi ise, bunların ortak değerlerin ekseni  olmasına bağlıdır. Politika, uygulandığı toplumun tümünü göz önünde tutan bir anlayışın üstüne oturtulursa insani bir sanattır.

Bu anlayışta mı, bizim politikamız, politikacılarımız?

Yoksa biz, özel hırslarının atını koşturan politikacının terkisinde, bilinmezlere mi sürükleniyoruz?..
 
Her politikacı, önce milletvekili, sonra bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmak ister, bunlara ulaşma çabasındadır. Böylesi bir tutku doğaldır, politikacı için itici, yüceltici bir etkendir. Ama bu tutkunun, "devlet işlerini düzene koyma, toplumu mutlu kılma" yörungesinden saptırılması, tutkunun sahibi için de, onun önderlik yaptığı toplum için de büyük tehlikeler doğurur. Eğer politikacı, politikayı, "amacına ulaşmak için kimi duyguları okşayarak, zayıf noktalardan yararlanarak uyuşmazlıkları kullanmak" yöntemi sayıyorsa, ondaki yükselme tutkusu kişisel hırsa dönüşmüş demektir. Öylesi politikacı kamu hizmetine değil, kendi özel hizmetine koşulmuştur.

Politikacıdaki yükselme tutkusu, başlangıçta tutku sahibinin yolu açıksa, yapacakları, toplumun o günkü eğilimlerine yanıt veriyorsa; politikacıyı yükseltir, önder kişi durumuna getirir. Yükselme tutkusuna yakalanmış politikacı, kimi temel değerlerden yoksunsa, işleri ters gittiği, önüne engeller çıktığı zaman hırslanır, kızar, tehlikeli bir yaratık olmaya başlar. Ülkenın yararınaymış, zararınaymış, buna bakmadan, başkalarının başarısızlıklarından zevk duyar, bundan kendine pay çıkarmaya çalışır. Huzursuzlukların dev dalgaları üstüne fırladığı zaman, bunu başarı sanır, büyüklük saplantısına düşer. Giderek kendisini de partisini de batırır, ülke için zararlı bir öğe olur. Vaktiyle toplumun alkışladığı politikacı, şimdi toplumun değerlerini kemiren bir kurda dönüşür. Örnek ve önder tutulan tanınmış politikacıların hırsına yenik düşmesi, ülkedeki siyasayı yozlaştıran nedenlerden biri olur.
 
Tarihin sayfalarında anıt gibi duran politikacılara baktığımız zaman, bunların işportacı gibi günlük çıkarlara itibar etmediklerini, yüzyıllar ilerisine doğru ulusun mutluluğunu düşünen, gerektiği zaman kendilerini günlük çıkarların insafsız bıçağı altına atarak, doğrular uğruna, adeta intihardan kaçınmayacak kadar soylu kişiler olduklarını görürüz. Amigo tipi politikacıya alışmış toplumlarda, kendilerine yönelen saldırıdan çekinmediklerini, hep doğruların örsüne, gürültüsüzce balyoz salladıklarına tanık oluruz. Bunların çoğunu, onlar ölüp, gerçeklerin tokmağı kafamıza indiği zaman anlayabiliyoruz. İşte burada, politikacı, toplumun mutluluğu için kendini adamış bir kahraman mıdır? Yoksa kendi söylediklerine kendisi bile inanmayan, sürekli kendini vurgulayan, yıllar boyu kişisel tutkularını uygulamak için çırpınan ve kendisini topluma lidermiş gibi gösteren sahte şöhret midir? Sorularıyla karşılaşırız.

"Nutuk"la dil anıtı yaratacak kadar Osmanlıcaya egemen olan fakat arı Türkçe için bizzat çalışan, kendisi klasik Türk müziğini beğendiği halde konservatuar açtıran, iyi bir savaşçı olarak tarihe geçen ama "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesini koyup gerçekleştiren bir Mustafa Kemal'in; başbakanlığına kadar Arap harfleriyle kolayca yazdığı halde, harf devriminden ölümüne kadar tek satır Arapça yazmayan, dine saygılı olmasına karşın dini politik sömürü aracı yapmayan bir İnönü'nün ülkesinde; onların kurduğu devletin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen politikacıların, bir düşünmeleri, kendilerini aşma zamanı gelmemiş midir?

Politikacılar, kendilerini yenileyemiyor, çağın isterlerine uygun tavra, tutuma giremiyorlarsa, onlara kızmakla iş biter mi? Ulus yararına aykırı edimlerini önleyebilir miyiz, sessiz sövgülerle? Her ulusun, kendisine uygun politikacıyı hak ettiğini düşünebiliyor muyuz? Ne zaman azat edeceğiz, bu demokrat görüntülü padişahları? Kendisini aşamayan politikacıyı, oraya nasıl çıkardıksa, öylece indirmek, ulusal sorumluluğumuzun gereği/zorunluluğu değil mi?... 
 
 
 
 
 
 
 
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )