GÜZELE GÖZ AĞRISI YAKIŞIR MI ?

GÜZELE GÖZ AĞRISI YAKIŞIR MI ?

 

 

 

GÜZELE GÖZAĞRISI YAKIŞIR MI?

 

Halk arasında bir söz vardır: “Güzele gözağrısı bile yakışır.” Güzele hayranlıkla, belki de sevdiğinin her halini hoş görme duygusuyla öyle demiştir halk. Konu ciddileşti mi ya da yazınsal metin söz konusu oldu mu, sevda ilişkisindeki hoşgörüsünü yitirir bu sözce. Hani şu ağzı gümrüksüzler, sözü söyler, tepki alınca “Söz maksadını (amacını) aştı.” diye sudan nedenlere sığınanlar vardır ya, onlarınkine benzer o halk deyişi. Sözü çekip çeviremeyenlerin, ne demek istediğini ipucuyla çıkarırız konuşmalarda. Onlar yazar değil, sözü tartmadan konuşur, dili sürçmüştür diye bağışlar geçeriz, günlük yaşamda.

Sözü tartmamak, yazılı anlatıma yakışır mı? Yazı, anlatım; mantıksal, dilsel uyum ister, sıkıdüzen gerektirir. Boşluk götürmez; kuralını, kurgusunu bozdunuz mu, iletisi sakatlanır: ‘Güzele göz ağrısı bile yakışır’, ‘Söz maksadını aştı’ diyenlere benzersiniz. Hatta onlardan daha kötü duruma düşersiniz. Onlar “Lütfen bağışlayınız.” diyerek sözünü düzeltme olanağına sahiptir. Yazıya dökülmüş, yayımlanmış söz kayda geçmiştir, kamu önündedir, geri çeviremezsiniz. Günahı da sevabı da yazanın üstünedir. Yazılı kanıtı da vardır.

O ayaküstü, yazısız konuşmalardan; sokağın dilinden, o anda hemen yaratılmış söyleyiş tazeliğinden uzak duralım mı diyorum? Hayır! O doğaçlama, yazısız dilde, beynin derinliklerinde yatandan uç vermiş, vurucu, ilginç söylemlere rastlayabilirsiniz: Hani şu argonun dile umulmadık çağrışımlar, genel dile girmemiş eğretilemeler, anlam aktarmaları ile söze umulmadık canlılık ve renk kattığı gibi. Yararlanmasını becerebilirseniz; o, varsıllığı kıvıl kıvıl bir gömü. Fakat o kestirmeci, öz, vurucu sokak dilinin, yaşamın eytişimden açtırdığı umulmaz güzellikleri yanında; düşünüş tezgâhında dokunulmamışlığından gelen güdüklüğü de vardır: Duygunun, düşüncenin uzak ve yüksek yaylalarına kısadır ayağı. Sokak dili, içimizdeki derinleri eline koluna, yüzüne, sesine yansıtır da, yazınsal inceliği, uzlukla söze dökemez, sığdır. Anlamın kılcal damarları, sözü çiçeklendirecek özsuyu yoktur onda.

Sokak diline değinişim; dilin ilk kaynağının halk dili olduğunu imlemek için. Doğaçlamadan yararlanarak, dili varsıllaştırma önerisi. Sokak dili yetmez yazara. Dilin doğru, iyi ve güzel kullanma aşamaları vardır. Yazar, bunları aşar, dil estetiği yaratır.

Diyeceğinizi, doğru diyeceksiniz. Ne dediğiniz anlaşılacak. O kadarı yetmez, öylesi bürokrat dilidir. Neyi anlatıyorsanız, iyi anlatacaksanız. O da yetmez yazara. Mühendis dilidir öylesi. Niçin mühendis dili diyorum? Mühendislik geometriye dayalıdır. Geometride, bir açıyı, milyarda bir saptırdınız mı, doğruyu yakalayamazsınız. Söz kurgunuzun dilsel, anlamsal ve mantıksal hiçbir eksikliği olmayacak. Yazın dili, söz mimarlığıdır. Mimar, kusursuz bir yapı için, nasıl hiçbir ayrıntıyı, oranı kaçırmamak zorundaysa, siz de sözün kurgusuna, kuralına, yazım kurallarına özen göstereceksiniz. Kuralı, yöntemi diyorum ya, onun törensel giysisinden, talimli adımlarından da kurtaracaksınız sözü.

Sözün kuralı, sırası içinde verilmesi, mantıksal, dilsel doğruluğu da yetmez. Sözcüğü, hangi konuma, nasıl, niçin yerleştirdiğiniz, neye, nereden bakıp nasıl dillendirdiğiniz önemli. Sözün çıplak doğruluğu da yetmiyor yazınsal anlatıma. Şöyle söyleyelim; bir ağaç resmi /fotoğrafı görür, hoşlanır, uzun uzun bakarsınız. Her bakışınızda aynı duyguyu yeniden, daha boyutlandırarak yaşarsınız. Dünyada hesap makinelerini çatlatacak kadar ağaç vardır. Onlardan herhangi birinin fotoğrafı/resmi, sizin, böylesine ilginizi çekmiyor, beğeninizi almıyor da neden bunda eskimez bir güzellik buluyorsunuz? O resmi yapan, fotoğrafı çeken, o ağacın konumunu, özelliğini yakalamıştır, bakış açısını ayarlamayı becermiştir de o ağaca ‘biriciklik’ özelliği kazandırmıştır. Her fotoğraf çekenin, fotoğraf sanatçısı, eli kalem tutan herkesin yazar, şair olamayışının püf noktası orada işte!

Bilim, sanat gibi, yazınsal da ayrıntılarına özen ister. Her sözcüğün, her ayrıntının yerli yerine, sökülmeyecek biçimde yerleştirilmesinden alır doku sağlamlığını, güzelle, doğruyla eksiksiz bütünleşmesini. Kalkıştan önce, uçağın bakımını yapan teknisyen, işleyişi sağlayan donanımda, saç telinden ince, iki kablonun bağlantısını savsaklarsa, sonucun ne olacağını düşünür müsünüz? Ayrıntıya özenden yoksunluk, teknik işleyişte nasıl yıkıma (felâkete) neden oluyorsa, aynısı anlatım için de geçerlidir. O önemsiz gibi görünen ayrıntıların sıkıdüzen içinde kuralına, gereğine uygun örgüsüdür anlatım.

Size güzel, ilginç gelen, heyecan verenlerin, bir araya yığıştırılması değil anlatım. Güzel kadınları düşünün: Birinin burnu, ötekinin bacağı, bir başkasının saçı, gövde organlarının uyumluluğu, daha başkasının göğsü, ilginizi çekiyor. Bunları, bir tekinde toplayıp ülkünüzdeki güzeli yaratabilir misiniz? Yoksa uyduruk bir yabancılıkla mı karşılaşırsınız? ‘Esatiri ucubeyle’ karşılaşırsınız diyecektim de, dil anlayışıma aykırı düştüğü için vazgeçtim(*). Her şey; yerli yerinde, konumunda, genel dokusuna uyumuyla kazanır güzelliğini. Kurmaca güzelinizi yaratırken, güzellik için gerekli öğelerin uyumlarına, ayrıntılarına özen göstermez, onları güzelduyuya (estetiğine) uygun biçimde bağlantıya, görüntüye sokamazsanız, güzelliğini yaratamaz/yakalayamazsınız, öldüm billah.

Dergilerde, gazetelerde yazılar görüyorum: Bölümce (paragraf) yok, yazım, im(işaret)leri kullanılmamış. Büyük, küçük harf önemsenmemiş. Bunlar birer ayrıntı sayılmış; dil, düşünce inceliğine özen gösterilmemiş, sözcükler seçilerek kullanılmamış. Dolayısıyla yazınsal metin oluşturulamamış, en azından sakat. Böyleleri, kendilerince, mevcudu kırarak yeniyi yaratmak hevesindedir. Bilmezler ki yeni, karmaşa değil. Dilin işletilişini, anlatım kalıplarını değiştireceğim, özgünlük/yenilik yaratacağım diyebiliyorsanız, yıktığınızın yerine, eskisini aratmayacak bir yenisini kurabilmelisiniz. Yoksa anlatım yoksunluğunuzu, biçim oyunları ile örtülemeye mi yelteniyorsunuz?… İşte o olmaz, boşa kalem çalarsınız.

Dil; o dili kullanan ulusun yaşama bakışının, yaşamı algılayış ve değerlendirişinin, yüzyılları aşan süreçte, ortak düşünüşle oluşturulmuş (ulusal) düşünüş dizgesidir. O, kişisel bir oluşum değil, yüzlerce yıllık kamusal beyin çalışmasının ortak ürünüdür. Onu rasgele bozarak yeniliği yakalayamazsınız. Düşünüşe, söylem kalıplarına, sözcüklere yeni sunuş ve anlam yükleyebiliyorsanız, alkışlanırsınız. Dile, düşünüşe boyut, açılım kazandırabilirseniz, ne güzel! Yoksa, ulusal varlığın omurgası dille oynamak, onu kazanılmışından geriye yöneltmektir, yaptığınız. Siz, önce mevcudu, doğru kullanacaksınız ki, onu aşabilesiniz. İşte o zaman, adınız bir yerlere yazılır.

Yazımda niçin büyük, küçük harf, bölümce başı, tırnak, ayraç, kısa uzun çizgi, kesme vb. kullanılıyor? Yazı, kiminde ak (beyaz), kiminde kara (bold), yatık (italik) harflerle diziliyor? Onları gereksiz saymak; anlatmada, yazmada değişik araçlardan yararlanarak incelikleri belirtme kolaylığından kendinizi yoksun bırakmaktır. Araçsız usta işini becerebilir mi?

Konuşmada sözlerimizin anlamı, jest ve mimiklerimizle, ses tonuyla, söz söyleme sırasındaki tavır ve duruşumuzla aydınlanır biraz. Fakat noktalama imlerini, yazımda sesle anlamlandırma olanağı yoktur, pek. İşte o nedenle, sözün aslına uygun duygu ve anlamıyla başkalarına aktarılması zorlaşır. Yazmak, başkalarına ulaşmak, onlarla duyuş, düşünüşü paylaşarak yargılarda bütünleşmek, yeni düşünüş üretmek ise, onun kural ve gereklerinden nasıl uzak olabiliriz?

Noktalamasız, yazım ayrıntılarına özensiz yazı, iç titreşimlerimizi karşımızdakine aktarmada aksaklık yaratır. Noktalamasız, yazım ayrıntılarına özensiz yazı, katkısı noksan, kıvamını bulmamış yemeğe benzer, anlatımın tadını alamayız.

Kaldı ki siz, sıradan bir anlatıcı değilsiniz. Sanatsal yaratıya koşulmuşsunuz, yazımın gereklerini nasıl ıskalarsınız?

 

 

*Ucube : Pek acayip şey; garip, şaşılacak şey 

 

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )